Bu evreyi “bütün eğilimleri” bünyesine katmış, bir “parti olmayan parti” olarak “yeni-ANAP’ın” izlemesi beklenir. Böyle bir oluşumun aynı anda hem AKP’den hem CHP’den beslenmesi zorunludur.

Seçimden sonra

Pazartesi itibariyle siyaset seçim yükünden kurtulacak. Yeni bir döneme gireceğiz. Yaklaşmakta olduğumuz dönemecin niteliğiyle seçim sonuçları arasında kuşkusuz güçlü bir bağlantı olacak. Yeni dönem, başka faktörlerin yanı sıra buna göre şekillenecek. Ancak unutmamalıyız ki, seçim olsa olsa verili durumun aynasıdır. Hatta kural olarak, aynadaki yansı, gerçeğin bayağı çarpık bir görüntüsüdür. 

Memleketin halinin özeti, kriz dinamiklerinin olağanlaşmasıdır. Bu bir “sürekli kriz” değildir. Ama hem fırtınanın her an patlamaya hazır olması, hem de düzenin yeniden yapılandırılmasının zorunluluğu…

Seçim bu özelliği değiştirmeyecek. İki büyük partinin, kazanımlarını, üç aşağı beş yukarı korudukları bir sonuç çıkacağa benziyor. Herhalde bu nedenle, bu kez seçimin iktidarın diliyle “beka meselesi”, muhalefetin diliyle ise “son seçim” olacağı fikirleri pek heyecan yaratmıyor.

Bunlar, tarafların ne kadar inanarak söylediği bir yana, hesaplaşma çağrısıydı. Bu seçim, hesaplaşma olarak değil, yeniden yapılanma girişimleri üstünde yaratacağı etki açısından önem taşıyor.

Temel güç dengeleri dramatik ölçülerde oynamayacak olsa da, ikincil gelişmeleri önemsiz sayamayız. AKP’nin daha önceki yıllarda döktüğü unsurlar -Babacan’dı, Davutoğlu’ydu- muhalefet bloku içinde konumlanmış olmanın faturasını ödeyecekler, bu görülüyor. Başarısızlığın bedeli vardır.

Bir de, geçen yıl muhalefet blokuna kapılanmak yerine, AKP’nin giderek daha fazla fire vereceğini hesaplayanlar var. Bunlar iktidar tarafından çizilen ideolojik-politik koordinatların içinde, AKP’nin “Yeni Türkiye”sini kabul ederek alternatif oluşturmaya oynuyorlar. Yeniden Refah tam olarak böyle. Zafer Partisi’nin 2023’te iki oylama arası yaptığı dans, bu anlamda bir konum arayışıydı. İyi Parti’nin krizi iki ana kulvar arasında gösterdiği kararsızlıktan, gecikmişliğinden kaynaklanıyor… Sonuç olarak muhalif sağın bir bölümü, AKP’yle karşıtlık ilişkisine girmek yerine rejimi “düzeltici” bir pozisyon alıyorlar. Krizin olağanlaşması, yeni aktörlerin yerleşebileceği çatlaklar yaratıyor. Adı geçenlerden birinin dinci, diğerinin ırkçı demagojiye abanması maksattaki ortaklığı değiştirmez. Yoksulların öfkesinin sınıf mücadelesine akmasını önlemeye çalışıyorlar.

Yerel seçimin mantığı, seçmeni kazanabilir iki adaydan birine zorlar. Zaten partilerin önemsizleştiği, lider kültünün büyüdüğü bir ortamda, düzenin ikinci kuşak, görece küçük partileri potansiyellerinin pek azına ulaşabileceklerdir. Dolayısıyla yukarıda söz ettiğim aktörleri, kazandıkları belediye sayısıyla ölçmek doğru olmaz. Yüzde 1’lik, 3’lük oranlar ana siyasi denklem açısından önem taşıyacaktır. 

Sağı konuşurken, son on yıllarda yeterince sağcılaşan CHP’yi de ihmal edemeyiz. Nisan ayı itibariyle CHP içindeki milliyetçi sağcılar, belki de en fazla belediyeye sahip üçüncü odak haline gelecek! Mansur Yavaş henüz bir “kanat” olmayabilir; ama uçmak için yeterince güç biriktirdiği bir kenara not edilmelidir.

AKP seçimden zaferle olmasa da, az yarayla çıkma olasılığını her anlamda krediye dönüştürmeye bakacak. Emekçilerin daha fazla ezileceği zaten ilan edildi. Kaynak sorununda IMF kapısının çalınmasını bugünkü ekonomi yönetimi pekâlâ başarı diye pazarlar. Dış politikada Amerikancı eğilimle ekonomide IMF, birbirini bütünleyen unsurlardır. Kaynak varsa, yağma varsa, geleneksel ailelerden tarikatlara uzanan sermaye sınıfının iç gerilimlerini yeniden baskılamak için de bir imkân doğar…

Ama bir de bu seçimde AKP’nin “fırsatı kaçırmasının” temel nedeni olan sorun var. İktidarın “Altılı masanın” çöktüğü, Kürt hareketinin parlak günlerinden uzak düştüğü bir anı değerlendiremediğini gördük. Bunun nedeni, Bahçeli’nin işaret ettiği gibi iktidarın “Erdoğan’sız bir hiç olmasından” öte, artık Erdoğan’ın bahçesinde, yarattıkları rejimde dişe dokunur bir şey yetişmemesidir. Ne etkili siyasetçi, ne de akıl çelici siyaset dili…

Bu, sadece beceriksizlik, liyakatsizlik, metal yorgunluğu falan değil. Kadro siyasetten, siyaset ittifaklardan güç alır. AKP’nin yaşadığı kadro çöküşü, ittifak sisteminin yenilenememesiyle bağlantılı. Bu başlıkta şu ana kadar sadece “Kürt kartı” açıldı. Ancak Zana ve Demirtaş’ın güçlü imzaları, yeni bir “çözüm sürecinin” iki tarafındaki sayısız handikabı ortadan kaldırmıyor. Öcalan’ın “din kardeşliği” ile akladığı eski süreç, Erdoğan’ın yeni-Osmanlıcılığının yapıtaşlarından biriydi. Şimdi yenisinin fırtınadan korunacak liman olarak algılanması iktidar için risk oluşturur. Öte yandan böyle bir rotanın en büyük avantajı, kuşkusuz Amerikan-uyumlu olması… Daha fazla konuşmak için henüz erken…

CHP açısından seçim, kaçınılmaz iç hesaplaşmanın zamanlamasını belirleyecek. Kesin olan, İmamoğlu’nun, Özel yönetiminin başarısızlıklarının faturasına ortak olmayacağıdır. “Yeni kongre olur mu, Kılıçdaroğlu ne yapacak” gibi soruların yanıtlarının bir bölümünü seçim yanıtlar. Ama asıl önemli nokta şu ki, artık CHP, krizine kendi içinde geliştireceği önlemlerle çare bulamaz. Sermaye ve emperyalizm, iktidar ve ana muhalefeti kucaklayan, düzenin bütünsel krizinden yeni bir doğuma ebelik ederek çıkmayı tasarlamaktadır.

Şöyle tarif edeyim: Erdoğan’ın başkanlığı gericilikte, emek düşmanlığında ve keyfilikte darbeci Kenan Evren’in cuntasına denk düşüyor. Bu evreyi “bütün eğilimleri” bünyesine katmış, bir “parti olmayan parti” olarak “yeni-ANAP’ın” izlemesi beklenir. Böyle bir oluşumun aynı anda hem AKP’den hem CHP’den beslenmesi zorunludur.

Özetin özeti, 31 Mart yakın geleceğin yönünü belirleyen bir karar anı olmayacak. Ama siyaset, asıl bu dönemeçten sonra hızlanacak. 

Biz bu hıza yetişmek durumundayız. Seçimde ne kadar çok oy, ne kadar çok belediye, ne kadar çok meclis üyesi kazanırsak, o kadar hızlanırız.