Kırk katırın yerine kırk satırın geçmekte olduğuna erken uyanmakta ve başka bir alternatifin peşine düşmekte fayda vardır. Komünistlerin işi de o alternatifi inşa etmektir.

Yumuşak geçişe razı mısınız?

Seçimin en önemli sonucunun bir geçiş döneminin başlaması olduğunu artık söyleyebiliriz. Rejimi Tayyip Erdoğan’ın bakışları, parmak sallayışları, hakaretleri gayet iyi sembolize ettiği için, Cumhurbaşkanının haftalardır oldukça sakin bir görünüme geçmiş olması, yaşanan değişimi kolayca anlaşılır kılıyor. 

Siyasette gerginlik elbette kalkmaz; ama odaklanılan başlık, titiz bir tercihte bulunulduğunu yansıtıyor. AKP’nin küçük reislerinin har vurup harman savuruşları, itibardan tasarruf etmeyişleri patlatılıyor. Bir süre öncesine kadar, Cumhuriyetin hakir gördüğü mazlumlar (!) olarak “yeme” sırasının kendilerine geldiğini alenen savunan AKP şımarıkları, şimdilerde dillere düşüyor, sarayda özür sırasına giriyorlar. Bu arada belli ki CHP cenahında, yakınlarını oraya buraya yerleştirmek için önüne geçilmez bir arzuya kapılan çiçeği burnunda belediye başkanlarını frenlemek, önemli bir gündem maddesi oluyor…

AKP’nin bir yerel seçim klasiği olarak DEM belediyelerini hedef tahtasına oturtması beklenirken, DİSK yönetimi, arkasında CHP, iktidarı 1 Mayıs başlığında sıkıştırıyor. Yalnız bu işlerden anlamadığından mı, bilmiyorum; polis ve sendika yöneticileriyle birlikte alanın giriş çıkışını kontrol altına alma güvencesi veren Özgür Özel, AKP’nin “bunlar olay çıkartır, huzur kaçırır” kaygısının temelsiz olmadığını ilan etmiş oldu. Kaygısına hak verilen iktidara “asayiş öyle değil böyle sağlanır” deme şansı tanınmış bulunuyor… Olsun; inisiyatif muhalefette.

Yumuşuyoruz. CHP Genel Başkanına Saray ziyareti randevusu veriliyor. Öğrenmiş bulunuyoruz ki, konu sadece nezaket, incelik değil. Bir çalışma ziyareti olacakmış. 

Demek ki, CHP artık AKP’nin örtük değil açık partneridir. Daha önce örtüktü: Kamuoyu CHP’ye laiklik savunuculuğunu atfeder, ama partinin genel başkanı “laiklik tehdit altında değil” der, belediye başkanı da makamına imam çağırıp öyle görevi devralırdı. Kamuoyu bunları mütedeyyinlere dönük taktik sayar, istifini bozmazdı. İktidarla ana muhalefet arasındaki büyük ittifakı görmek için kürsü performanslarıyla yetinmemek, TBMM ve belediye meclislerindeki oy performansına bakmak gerekirdi. Olan bitenin özeti şuydu: Laik duyarlılığı olan bölgelerde CHP, İslami yanı ağır basanlarda ise AKP taşıyordu, neoliberalizmin bayrağını! 

Bu seçimden sonra en az iki temel başlıkta ittifakın gizlenmesi dönemi kapanmıştır. Birincisi neoliberalizmdir. Nebati/Nas politikalarının yerini IMF/Dünya Bankası destekli Şimşek almıştır ve CHP’nin bundan bir milim dahi sapması imkânsızdır. Bu çizginin karşısına çıkılamayacağı, düzenin anayasal hükmü kılınmalıdır ki, on milyonlarca emekçi de “böyle gelmiş böyle gider”e boynunu uzatsın! 

İkincisi, başkanlık rejimidir. Muhalefetin büyükşehir belediyelerinde aynısını kurduğu mekanizma bir TÜSİAD projesidir ve geçen yıl yalancıktan söylenen parlamenter sisteme dönüşün kapısı kapatılmalıdır. 

Demek ki karşılıklı esnenmektedir. AKP Nebati-Nas’tan Ortodoks-Rasyonel’e gelmiştir. CHP de popülizmin demagojisini bile yapmayacağını, ilk kez kazandığı bir seçimin ardından erken seçim istemediğini söyleyerek ilan etti. Zaten kaynak krizinin uluslararası mali sermaye ve onun kurumları olmadan aşılması güçtür ve bu kesimler imamların keyfiyeti yerine kendi kurallarını dayatmaktadırlar. 

AKP’nin başkanı tevazu göstermeye başlamıştır. CHP’nin de, tekelci sermayenin karar alma süreçlerinin hızlı, kamusal denetiminse etkisiz olması yönündeki tarihsel talebine şerh koyacak hali yoktur. Kaldı ki, son yıllarda tepeden alınan kararların hukuksuz sayılmasının, geri döndürülmeye kalkışılmasının düzeni iflah olmaz hale düşüreceği açıktır. Böyle bir alt üst oluş sadece bir devrimin harcı olabilir. Düzen sarsıntı sevmez.

Geçenlerde ilk randevuyu İmamoğlu’na verip ancak üçüncü gününü Erdoğan’a ayıran Almanya Cumhurbaşkanının, yumuşamanın getireceği dengelere dair bir demonstrasyon yapmış olduğunu düşünebiliriz. Artık AKP ile CHP arasındaki işbölümü, dinciliğin geçer akçe olmadığı kentlerde piyasalara kapıyı CHP’nin açmasına dayanmamaktadır. Bu model eskidi. Seçimden itibaren girdiğimiz yumuşama ortamında CHP, çoktandır dışına atıldığı devlet’e, yani merkezi iktidara dönüş yapmaktadır.

Sonuç olarak, sermaye iktidarı ve piyasanın “daha yüksek kâr, daha yüksek kâr” diye diye dönen çarkları güç kazanmıştır. AKP’nin erkindeki göreli daralmayı da, bu partinin ait olduğu sınıfsallığın mutluluğu telafi edecektir. 

Elbette sular, hele günümüz dünyasında kolay kolay durulmayacaktır. Türkiye’nin, Erdoğan tipi emperyal iddialarla bütünleşik Doğu-Batı dengeciliğinden Atlantikçiliğe tereyağdan kıl çeker gibi dönmesi değil, çeşit çeşit gerilim ve çatışmalar yaşanması beklenmelidir. Abartılı biçimde öne çıkan tarikatların sessiz sedasız sahneden çekilmeleri değil, sermaye düzenine saygın holdingler olarak eklemlenmeleri ve iplerini devlet aklıyla paylaşmaları, kuşkusuz yine çatışmalı bir süreç olacaktır. 

Her neyse; başlıktaki sorunun yanıtı bellidir. Kırk katırın yerine kırk satırın geçmekte olduğuna erken uyanmakta ve başka bir alternatifin peşine düşmekte fayda vardır. Komünistlerin işi de o alternatifi inşa etmektir.

*    *    *

Mustafa Ziya Ülkenciler’le 15 Aralık 2022’de görüşmüşüz. “Görüşmüşüz” derken, deneyimli arkadaşlarımızın siyasi yaşamlarını kayıt altına aldığımız, Parti Tarihi çerçevesinde sürdürdüğümüz çalışmayı kast ediyorum. Sonra; 5 Mayıs 2023’te kaybetmişiz Mustafa Ziya’yı! Neredeyse son anda kendisini dinleme şansını yakalamışız… 

Geçtiğimiz 24 Nisan akşamı İstanbul Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezinde yaşamından dilimlerin aktarıldığı bir sergiyi gezdikten sonra benim ve sevgili Doğan’ın (Ülgenci) konuşmacı, Çağrı’nın (Kınıkoğlu) da moderatör olarak katıldığımız bir anma etkinliği oldu. Sadece üçümüzün değil onlarca katılımcının katkılarıyla bir kez daha uğurladık yoldaşımızı… Haberine göz atmak isteyebilirsiniz.  

Kardeşi Doğan’ın çok iyi bir anlatıcı olduğunu zaten biliyordum. Burada bu özelliğini değil ama bir soruya verdiği muazzam yanıtı aktarmak istiyorum. Toplantının sonlarında bir izleyici arkadaşımız, yaşamında türlü zorluklar, örneğin “illegalite” ve kaçaklık dönemlerinden geçen Mustafa Ziya gibi insanların, bir yandan da örneğin evli, çocuk sahibi olduklarını, hayatın gündelik sorunlarıyla başa çıkmaya uğraştıklarını hatırlattı. Soru, bu iki unsur arasında nasıl denge kurduklarıydı… 

Doğan’ın yanıtı çok açıktı: “Ziya’nın yaşamında denge falan yoktu.” 

Kast edilen sorumsuzluk değil devrimciliktir. Mustafa Ziya devrimciydi. Memleketin devrimciliğe ihtiyacı derindir. Hele yumuşak geçiş tuzağı kurulurken…