Antakya geri gelmelidir. Çaresizlik ve umutsuzluk geri püskürtülmelidir. İleri kültür gericiliğe meydan okumalıdır.

'Herkes başının çaresine…' veya Defne için

Bayram günlerinde Hatay’daydık… 6 Şubat depremlerinde yıkılan kentlerimiz içinde en iyi tanıdığım yer Hatay il merkezi. Eskiden Antakya dediğimiz, büyükşehir statüsüne geçeli beri, biri Defne diğeri Antakya olmak üzere iki merkez ilçesi olan yerleşim… 

Defne/Antakya’ya ilk olarak Partinin örgütlenme çalışmaları vesilesiyle gitmiş olmalıyım. 2000’lerin ilk on yılı içerisinde, birkaç kez, birkaç günlüğüne… O kadarı bile buranın “bir başka” olduğunu sezmeye yetmişti. Ama dikkat; “başkalığı” az rastlanır kültürel zenginlik kaynaklarıyla betimlemek doğru olsa bile, bu zenginliği giderek liberal bir kavram haline gelen “mozaik” sözcüğüne sığdırmak beyhude çaba olur. 

Çünkü mozaiğin güzelliği, çoğunlukla, parçaları bir arada tutan yapıştırıcı malzemeyi unutturur. Yapıştırıcı yüzyıllara direnen sabit bir şey! Oysa sözünü ettiğimiz örnekteki gibi bir toplumsal-kültürel zenginliği var eden, asla sabit olmayan mücadelelerdir. Mozaik bu dinamizme dair bir şey anlatmıyor. Bana sorarsanız, bu şehrin özgün sosyal güzelliğinin kaynağı olarak, asıl mücadele dinamiklerine bakılmalıdır. 

Hem bir yer, emekle, mücadeleyle zenginleşip güzelleşmişse, bu özelliklerine kendine saklamayacak, bütün memlekete bulaştıracaktır. Yoksa elimizde toplumsal bir değer mi, turistik bir mal mı var, birbirine karışabilir…

Neyse; gide gele tanışıklık kurduğum, 2012-2013 yıllarında kendimi parçası hissedeceğim şehri 2010’da adamakıllı dolaştım. Çok kültürlülüğüyle, hoşgörüsüyle, insanındaki olgunlukla, trafiğin akışındaki saygıdan kadınların giyim kuşam özgürlüğüne kadar bir sürü özelliğiyle, konukseverliği ve paylaşımcılığıyla, sanki sürekli başka yerlerden ne kadar da farklı olduğunu gözünüze sokan bir kenttir burası. Sevmeden edemezsiniz.

Ama sonra bu güzelliğin üstüne Suriye savaşı bir karabasan gibi çöktü. Geceleri elektrikler kesilir, silah sevkiyatı başlardı. Sokaklarında “çarşı iznine” çıkmış cihatçı katiller gezerdi. Siyasi iktidar savaş kışkırtıcılığında sınır tanımıyor, bu da Hatay’ın bütün güzelliklerinin üstünü örtüyordu… 2011-2013 yılları, güzelliğin kaynağında mücadelenin yattığını yaşadığımız ve öğrendiğimiz dönem oldu. Kendi payıma en çok o sıra sevdim bu kenti. 

Bu şehir ve hatta ilin bütününe damga vuran özellik, bölge halkının Türkiye toplumunun parçası olurken ortalamadan sapan bir eşitlikçi-dayanışmacı kültüre sahip çıkmasıdır. İleri kültür geri olanı kuşatır, çoğunlukla asimile eder, kendine benzetir. Hatay’da da gericilik hep vardı; üstelik gayet örgütlü bir politik gericilikti bu. Devlet aklı farklılıkları kontrol altına almak için kötülüğü örgütlemişti. Ama bu kötülük kuşatılmıştı; laikleştirilmişti, tahammülsüz yanları törpülenmişti, taassubu ayıplanmış, en azından “barış içinde bir arada yaşamaya” zorlanmış bir gericilik damarıydı bu. Sözünü ettiğim kazanım kendiliğinden olmamış, mücadeleyle kazanılmıştır.  

Suriye’yle içiçelikten söz edilir; doğrudur… Ama sadece aynı dili konuşan, aynı gelenekleri yaşatan, aynı inançlara sahip olanları akla getirirsek hata yaparız. İçiçelik derken yalnızca Arap Aleviliği kast edilmemelidir. Suriye toplumu gibi Hatay da büyük bir çeşitlilik barındırır. Bu çeşitliliğin hem bütünü hem de içerdiği her bir öge, laikliğe, barışa, dayanışmaya mecburdur. Ama laiklik için, barış için, dayanışma için mücadele edilmesi gerekir.

Dünya gericiliği Suriye’ye, mücadelenin gardının düştüğü bir momentte, bu ülke neo-liberal politikalara açılmaktayken saldırdı. Az kaldı başaracaklardı…

Hatay’ın ileri kültürü de 2010’lara geldiğinde zayıf düşmüştü. Hatay solculuğu CHP ortalamasına, neme lazımcılığa demir atmış görünüyordu.

Aslında kentin örgütlülüğü ülke ortalamasının çok üstündeydi. Ama şöyle düşünün; kimsenin savaş istemediği bir bölgede savaş tamtamlarını susturacak enerji yoktu! Barış hakkında konuşmak kolaydı, ama savaşı durdurmak imkânsız sayılıyordu. Savaşa karşı eyleme geçme fikri bildik AKP yasakçılığının duvarına çarpıp “elden ne gelir ki” umutsuzluğuna dönüşüyordu. Farklılığını gözünüze soksa da, iş en kritik konuya geldiğinde, Antakya karamsar ve yorgun Türkiye’ye teslim oluyordu! 

Oysa ülkeyi ileri çekmek yakışırdı bu kente… Geriliğe teslim olanın güzelliği nerde kalır? Tarihi binaları, sokakları, tapınakları, Asi Nehri, portakal bahçeleri bütün göz kamaştırıcılıklarıyla aynı yerde dursa da, sokaklarında çeteler gezen bir kent nasıl sevilir? 

Eğer o alçakların caddelere, köprülere babalarının malı gibi davranmalarına izin vermeyen Armutlu, Harbiye delikanlıları olmasa, bu sorunun yanıtı olumsuza dönerdi. O çocuklar rahat bırakmadı komşu ülkenin halkına kan kusturanları. Kente güzelliğini kazandıran mücadeledir.

2012 sonunda ve 2013 baharında, Barış Derneği olarak, Dünya Barış Konseyi ile birlikte iki uluslararası konferans düzenledik il merkezinde. İlkindeki kapalı salon toplantısını, ikincisinde açık hava mitingi izledi. Cihatçı kovalayan gençler mitingin düzenini sağladı. Sonra, komünistlerin ön ayak olduğu barış mücadelesi, Haziran Direnişi’nin bu coğrafyadaki biçimlenişinin harcına katıldı. 

2013 Haziranında Taksim’de patlayan direnişin en sert yaşandığı yerlerden birinin Antakya/Defne olması rastlantı değildir. Tarihi kurcalanırsa eminim görülecektir ki, bu kent hep böyle mücadelelerle güzelleşmiş, zenginleşmiştir. Herhalde en güzel evlatlarını yitirme pahasına kazanılan mücadelelerle…

2023 Şubat’ında bir başka kâbus çöktü şehre. Katliama dönüşen depremin, göçün, “benim eve az hasarlı yazın; öyle yazın ki, enkaz bile olsa başımı sokabilecek bir çatım olsun” çaresizliğinin kentidir artık, Antakya ile Defne. Çarşısı, camileri, kiliseleri, havrası, konaklarıyla tarihi merkezi ayağa kaldırmak belki de işin en kolay kısmı. Ama depremi felakete dönüştüren bu düzenin, halkımıza söylediği “herkes başının çaresine baksın”dır ve bu mesajın kabullenilmesi, şehrin çirkinlik batağına gömülmesi olacaktır.

Antakya zenginliğini de güzelliğini de tarih boyunca mücadelelerle kazanmış olmalıdır. Bu kent savaş kışkırtıcılığının çirkefinden mücadeleyle başı dik çıktı. Şimdi ondan da büyük bir sınav bekliyor Hatay’ı. Bu bölgeye, bu halka yaraşan, sınavı verip yeniden ayağa kalkmaktır. 31 Mart Defne seçimi buna yetmemiş olsa da, bir işaretten çok daha fazlasını ifade etti. Antakya geri gelmelidir. Çaresizlik ve umutsuzluk geri püskürtülmelidir. İleri kültür gericiliğe meydan okumalıdır. Mücadele güzelleştirir. Mücadeleyle kazanılan orada kalmaz, büyür, taşar, yayılır…