31 Mart’a kriz girdabında giren CHP, yeni sürecin birinci haftasını yeni-ANAP olarak tamamlamış bulunuyor.

Bu ne sürat

Türkiye 31 Mart akşamı itibariyle sürpriz seçim sonuçları üstünden kesinlikle sürpriz olmayan bir yumuşak geçiş sürecine girmiş oldu. 

Geçen hafta bu köşede yerel yönetim seçimlerinde iki büyük parti arasındaki dengelerin çok fazla oynamayacağını yazmıştım. “Başka herkes gibi” diyerek hafifletmenin anlamı yok; yanıldım… 

Ancak soL portal ve arkasındaki politik akıl, seçim sonrasında ülkenin kazanacağı doğrultu konusunda yanılmayan belki de tek odaktır. Devam etmek için geçen hafta bu köşedeki şu satırları hatırlatmak durumundayım:

Erdoğan’ın başkanlığı gericilikte, emek düşmanlığında ve keyfilikte darbeci Kenan Evren’in cuntasına denk düşüyor. Bu evreyi ‘bütün eğilimleri’ bünyesine katmış, bir ‘parti olmayan parti’ olarak ‘yeni-ANAP’ın’ izlemesi beklenir. Böyle bir oluşumun aynı anda hem AKP’den hem CHP’den beslenmesi zorunludur.

Türkiye kilitlenmişti. 

Ekonomik krize karşı bir emekçi kalkışması yaşanmıyordu, ama ne iktidarın “pasta yesinler” vurdumduymazlığı, ne de muhalefetin “ağzımızın tadı kaçmasın” konformizmi sürdürülebilirdi. 

Egemen güçler halk kitlelerinin dinle uyuşturulmasından şikâyetçi değillerdi, ama tarikat düzeni toplumun sinir uçlarını tahriş ve tahrik ettiği gibi, sermaye sınıfı içinde tuhaf bir kayırılma ilişkisini ortaya çıkarmıştı ve bu “olacak gibi değildi.” 

AKP’nin yeni rejimi, yıktığı kurumların yerine yenilerini oturtamadıkça toplum çözülüyordu. Çözülüş kentlerin ve köylerin, ahlakın ve yasallığın, gelenlerle ve kaçanlarla nüfus yapısının, değerlerin ve gündelik yaşam alışkanlıklarının topluca çöküşü biçimini alıyordu. Bizim ölçeğimizde ve önemimizde bir ülke bu şekilde bir kaos kazanına atılamazdı. Kontrolsüz bir patlama dünyaya fazla gelirdi…

Yine böyle bir ülkede iktidarın, dünyanın dengesiz halini istismar edip işi maceracılığa vurmasının da bir sınırı olmalıydı… 

Sadece bir kısmı sayılan bu kilitlenme başlıkları, yukarıdaki benzetmeyi hatırlarsak, Erdoğan’ın Evren’i çoktan sollayıp geçtiği anlamına gelir. Belki de bu nedenle, bir siyaset kuralı ihlal edildi. Geçiş sürecinin yumuşak olması için genellikle zamana ihtiyaç duyulur. Türkiye ise 31 Mart’la birlikte muazzam bir hıza ulaşmış bulunuyor. Şaşırtıcı biçimde araba devrilmiyor, işler yolunda gidiyor…

Ana muhalefet partisi ülke çapında bir oylamada birinci geliyor, ama erken seçim istemiyor. 

Laikler mutlu oluyor, ama cumhuriyet düşmanlarından hesap sorulması talebi yükselmiyor. Zaten kazanan parti kimsenin rencide edilmemesini istiyor, hatta bunu garanti ediyor. 

Seçim kaybeden parti iktidarını kaybetmiyor. Kimse erken seçimi gündeme getirmiyor. Ama iktidarın ahlaksız keyfiliğini ve yasadışı hoyratlığını sürdürüp “kayyumculuğa” başvurmasına kendi içinden itiraz yükseliyor. 

AKP ve onun biçimlendirdiği devletin içinde büyük bir yarılma olduğu öteden beri konuşuluyordu. Ama boyutları Van’da açığa çıktı. Ek olarak Van, üç gün içinde Kürt hareketinin ana muhalefetle bir türlü açık edilemeyen yan yana gelişini meşrulaştırdı, yumuşattı, teyit etti.

CHP’nin kazanmak için Cumhuriyetçiliğe geri dönmesi gerektiği tezi boşa düştü. Öyle ki, 31 Mart başarısını herkes kendi meşrebince yorumlayıp mutlu olabiliyor. İsteyen laikliğin, isteyen din kardeşliğinin zaferini kutlayabiliyor. Ülkücüler ve sosyal demokratlar aynı anda sevinebiliyor. Deniyor ki, liyakatsizlik ve denetimsizliğin son bulacağı bir sahnenin perdesi açılıyor. Ama aynı sahnede piyasaların dokunulmazlığı da sürecek; bundan kimse kuşku duymuyor.

Piyasanın dokunulmazlığı ile emeğin hakkı arasında, hele bugünkü sömürü ve eşitsizlik koşullarında denge tutturulması yumuşak geçişin en önemli noktalarından biri. Yakın zamanda CHP tarafından bilimselliği ve rasyonelliği onaylanan ekonomi yönetiminin IMF kapısından girişi, bir milli uzlaşma günü olarak kutlanırsa şaşmayın!

31 Mart’a kriz girdabında giren CHP, yeni sürecin birinci haftasını yeni-ANAP olarak tamamlamış bulunuyor. Ondan ibaret olmayan oluşumda ABD’den daha yeni dönen Atlantikçi AKP takımına da, düzen soluna da yer var.  

Bize düşen “sürat felakettir” demek değil. Onlardan daha hızlı davranmak.