Türkiye seçim bittiğinde, her şeyden önce daha örgütlü hale gelmelidir. Bu olmadan en büyük kazanım bile çöptür. 

Aday derdi

Memleketin, oldum olası, adaydan yana derdi olmuştur. 2024 yerel seçimlerine doğru bir kez daha burjuva siyasetinin karşısına çıkan sorun, henüz partilerin ne yapacağı tam olarak şekillenmemişse de, bayağı ağır görünüyor. 

CHP’nin iki büyük şehirdeki netliğine bile gölge düştü ve arka plandaki yangın dışarıdan da hissedilir hale geldi. Ama biz burada yalnızca uç örneğe değinelim: Hatay’da MHP-AKP “kökenli” belediye başkanının (kökenli dediysek, ideolojik kökenini değiştirdiğine dair bir işaret alınmış değildir…) deprem suçunun görmezden gelinip yeniden aday gösterilmesi tabloyu aydınlatıyor: Demek ki, parti örgütünün bir önemi bulunmuyor. Demek ki, deprem geçirmiş ve kaderine terk edilmiş bir toplumun tepkisi önemsenmiyor. Demek ki, mevcut şahıs bir biçimde halkın onayını alarak görev üstlenen bir belediye başkanından ziyade feodal beye benziyor; “orası ondan soruluyor.” 

Aslında bu berraklık CHP’de, hakkında konuşulmak istenmeyen gerçeği aydınlatıyor: CHP’de sadece iktidarı elinde tutanlar ve adaylar kazanmak ister! Zira bunların dışında kalanların önü kaybetme halinde açılacaktır. Hizipler birbirini çelmeler. Bu, ideolojik ve siyasal farklılığın bulunmadığı yerde olağan sayılır. Kadrolaşma dünya görüşü merkezli olsa, ilkelerden söz edilebilirdi. Kimse İmamoğlu’nun aslında profil olarak ANAP’lı, Yavaş’ınsa ülkücü olduğuyla ilgilenmediğine, “kazanacak aday” arayışı ve alttan alta örgüt içi çelmeleme taktikleri baskın olduğuna göre, soru daha da köklü olmalıdır: Bu bir siyasi parti midir, yoksa memleketin durumunu ve geleceğini asla umursamayan bir çıkar ilişkileri ağı mıdır?

CHP’ye haksızlık olmasın; bu soru burjuva siyasetinin bütününe yöneltilebilir. Kuşkusuz yeni bir olgu değildir, ancak giderek berraklaşmakta, berraklaşırken kriz üretmektedir.

AKP’ye gelince, onun da aday derdini aşacağı adres en büyüklerden başlayarak büyükşehir başkan adaylıkları olmalıydı. İmamoğlu’na İstanbul’u kazandıran o eski ve ilan edilmemiş koalisyon dağılmış durumdayken, AKP’nin onun karşısına çıkartacağı, sağ taban tarafından gücü takdir edilecek biri hayatı 2019’un öncesine pekâlâ döndürürdü. Ama en azından şimdilik, Murat Kurum’un rakibiyle aynı siklette olmadığını herkes kabul etmektedir. AKP’nin başkenti geri alması, CHP’nin hediye etmesi seçeneği dışında mümkün olmayacaktır. 

İyi de, erki bu denli merkezileştirmiş, bir ulufe dağıtım sistemi kurmuş, dağılan muhalefet karşısında çok daha derli toplu görünen iktidar partisi neden doğru dürüst aday bulamaz? Yüksek profilli kabul edilen isimler hiç yok değildir. Ama Ali Yerlikaya örneğinde olduğu gibi, bunlar partileri adına toplumsal bir misyonla değil, partinin içinde bir taraf olarak hareket etmektedir. Aslında ortada misyon falan yoktur.

MHP’nin koyduğu çıtayı aşamayan İyi Parti ise çökmektedir. Birkaç yıl önce modern kadın imajıyla siyasetin merkezine çok yaklaşan Akşener, ne faşist günlerine dönebilmekte, ne hayli verim vaat eden seküler-sağ inşasına öncülük edebilmektedir. Böyle giderse -ki gitmemesi için bir neden yok- İyi Parti seçim sonrasında dağılır. Oysa bu parti bütün özellikleriyle bir devlet partisi olarak kurulmuştu! Artık bu da yetmiyor. En az onun kadar devletli bir kimliği olan Zafer Partisi sırasını bekliyor…

Devam edersek, DEM parti neden geleneksel belediyelerini yeniden almak istediğini anlatmak gibi temel hatta ilkel bir soruyla başa çıkamamaktadır. Kayyum atamasının gayrimeşru sayılacağı bir politik ortam tesis edilmeden, kolay kolay başa da çıkamayacaktır. 

MHP ve başka sağ partilerse AKP’nin patinaj çekmesiyle boşalacak alanlara gözlerini dikmiş bulunuyorlar. AKP emekçilere, emeklilere yönelik politikalarının bir bedelini ödeyecektir. Buradan kazançlı çıkanın, halkın çıkarlarını gerçekten savunan düzen dışı güçler olması yerine, iktidar blokunun içinde kalması, Erdoğan’ın da işine gelir. Sadece emek başlığı da değil, AKP çok şeriatçı olduğu ve yeterince şeriatçı olamadığı için, kimine göre Filistin konusunu fazla uzattığı veya Filistin’de samimi davranmadığı, gerekeni yapmadığı için, Türkiye’yi tarikatlara boğduğu için, ama aynı zamanda tarikatlara gösterilen direnci kıramadığı için, belki aya yumuşak iniş yapamadığı için, göçmen sorununda kulağının üstüne yattığı için vb. vb. gibi birçok gerekçeyle de kısmi bedeller ödeyebilir. Bunlar diğer sağcıların beslenme alanıdır. Bu partiler herhangi bir dünya görüşünden hareket ettikleri için değil, hangi kırıntılara göz diktiklerine göre pozisyon alıyorlar. İyi de, bunlara parti diyebilir miyiz?

*    *    *

Parti dünyanın ve ülkenin meselelerinde bir taraf olmaktır. Ne dediği bilinmelidir. Elbette burjuva siyaseti esastan demagojiktir, ama bunun bir sınırı olmalıdır.

Parti bir toplumsal örgütlenme olmalıdır. Çıkar ilişkilerinin mekânı, bu ağlara girmek isteyenlerin adresi olmamalıdır. Elbette sömürü toplumunda sömürüyü arttırmak isteyenler de, bir nefes alma kanalı arayanlar da siyasal yapılara yönelirler. Ama parti denen kurumun, halkı kapsamak, topluma seslenmek yerine, açıkça dar faydacılık, istismar üstünden tanımlanması başka bir şeydir.

Parti kendisine bağlananların, üyelerinin katkıda bulunduğu, parçası oldukları bir kolektif olmalıdır. Elbette demokratik mekanizmalar bu düzende temelden yalandır. Ama yalan söylemekten bile vazgeçilmesi, feodal beylikler çağına dönülmesi acayip değil midir?

Bu tablo, burjuva siyasetinin halktan kaçırılmasının, toplumun örgütsüzleştirilmesinin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Lakin sadece toplum değil partiler de örgütsüzleşiyor. Toplum partilere yabancılaşıyor. 

Önümüzde, çoktan yaşanmaya başlayan umutsuz bir kaçış seçeneği var. Ancak Türkiye ölçeğinde büyük, yüksek düzeyde politize olmuş bir ülkede, ne kadar çok insan bireysel çıkış kovalarsa kovalasın, geriye kalanlar toplumsal bir çözüme ihtiyaç duyacaktır. Sorunlar ne kadar ağırsa bu arayış da o denli güçlenecek. 

Seçim sürecinin sol için açığa çıkardığı en temel mesele aslında toplumun örgütsüzlüğüne ilaç bulmaktır. Bu ilacı sol geliştiremezse, düzen yukarıdaki gibi kalmayacak, politize kitlelerin çare arayışına karşıdevrimciler, sağcılar yanıt verecektir. 

Sol, seçim derken önce bu noktaya konsantre olmalıdır. Türkiye seçim bittiğinde, her şeyden önce daha örgütlü hale gelmelidir. Bu olmadan en büyük kazanım bile çöptür.