Milli Mücadele’de “halk” nasıl bir rol oynamıştır? Ya da soruyu farklı bir şekilde ifade edersek Milli Mücadele’yi sınıfsal açıdan nasıl değerlendirebiliriz?

100 yıl önce Cumhuriyet ve sınıflar

Bu yazıda amacım, yüzüncü yılı vesilesiyle Cumhuriyetin kuruluşuna dair bütüncül bir değerlendirme yapmaktan çok, üzerinde daha az durulduğunu düşündüğüm sınıfsal perspektife dair bazı tespitlerde bulunmak. Kuruluş sürecini, 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ile başlatabiliriz; bu süreç 1920’lerin ilk yarısı boyunca sürecektir. 1920’li yıllarla ilgili elimizde bolca belge, bilgi, anı, anlatı bulunuyor. Bu dönemin tarihine bakarken artık amacımız yeni bilgi arayışından çok üzerine düşünülmemiş ya da daha az düşünülmüş konuları ele almak olmalıdır. 

Öte yandan Cumhuriyet tartışmaları bugün “nesi iyiydi, nesi kötüydü” türünden kısır bir alana hapsolmuş görünüyor. Halbuki bugün Cumhuriyet’i tartışırken onu tarihsel olarak önem taşıdığı noktaya taşımak, monarşinin reddedilerek yerine halk iktidarının, Meclis Hükümeti’nin getirildiği devrimci bir kopuş olarak değerlendirmek gerek diye düşünüyorum. Elbette burada yirminci yüzyıldaki bir burjuva devriminin kendisine ait sınırları söz konusudur, devrimci atılımlar hep bir açıdan eksik kalmış ve kısa erimli olmuştur. Bunda en etkili olan unsurlardan biri sosyalizm endişesidir. Aşağıda anlatacağım gibi, çok kısa bir dönem hariç Cumhuriyet, kuruluş aşamasında solunu törpüleyerek yola çıkmıştır. Yine bu kaygının da etkili olduğu bir “kitlesizlik” söz konusudur. O dönemin en geniş toplumsal nüfusu olan köylüler bu sürecin kitlesi haline gelmemiştir, gelememiştir. İşçiler görece sürece daha çok dahil olmuştur ama asıl sayılarının arttığı dönemde, yani 1920’ler sonrasında, siyasetten dışlanmışlardır. 

* * *

Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” 

Bazılarının ”1921 Anayasası” olarak da adlandırdıkları Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Birinci Maddesi böyle diyordu. 1920 itibariyle Türkiye’nin bir devrim sürecine girdiğinin en önemli göstergelerinden biri bu maddeydi. Padişahın adının anılmadığı, herhangi bir otorite olarak konumlandırılmadığı bu esas kanun, ulusu en yüksek siyasi otorite ilan ederek, Fransız Devrimi’nin Milli Mücadeleciler üzerindeki doğrudan etkisini gösteriyordu. Ancak Fransız Devrimi’nin de etkisini aşan başka bir etki söz konusuydu: Ekim Devrimi ve Rusya’da sosyalizmin kuruluşu. Milli Mücadele dönemini, Ekim Devrimi’nin sola çekici etkisinden bahsetmeden anlamak mümkün değildir. Bu dönemde, “Halkçılık” olarak adlandırılan düşünce, büyük ölçüde komünistlerin sola çekici etkisidir. 1920 Ankara’sında Emel Akal’ın deyimiyle “Bolşevizm gündemin en önemli başlığı”dır.1

Bilindiği gibi, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Meclis’in gündemine Halk Zümresi programının 1920 Eylül’ünde Yunus Nadi’nin çıkardığı Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde yayımlanmasıyla gelir. Bu programa karşılık Mustafa Kemal Paşa Meclis’e kendi Halkçılık Programı’nı sunmuştur. Bu iki programdan yola çıkarak Meclis bir kanun tasarısı hazırlamış ve uzun tartışmalardan sonra tasarı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak kabul edilmiştir. Dönemin devrimci niteliğini ortaya koyacak şekilde bu tartışmaların merkezinde, halkın (emekçiler ve yoksul köylüler) milletvekili olarak Meclis’e seçilebilmesinin, gerçek anlamda temsil edilebilmesinin yolları vardır. Meclis kürsüsünden idareyi artık köylülere bırakmayı öneren, “Emekçilere hakkını verelim, meclise emekçiler, çiftçiler girsin” diye seslenen milletvekilleri söz konusudur. Köylülerin ve emekçilerin Meclis’te milletvekili olarak nasıl temsil edilebilecekleri üzerine uzun tartışmalar yapılır. Sovyetler Birliği’ndeki şuralara benzer bir sistem önerilir.2

Bu tartışmaları başlatmış olan ve Büyük Millet Meclisi’nde 80 ila 100 arasında milletvekilini bünyesinde topladığı düşünülen Halk Zümresi oldukça ilginç ve tartışmalı bir yapıdır. Programında amacını “Memlekette halk düzenini hakim kılmak” olarak oldukça muğlak bir şekilde açıklamıştır. Programında yer alan şuralara dayalı bir siyasi örgütlenme, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık hizmeti, toprak reformu, halk mahkemeleri, üretim ve tüketim kooperatifleri, dış ticaret hükümetin elinde olması gibi öğeler3, Bolşevik Devrimi’nin bu zümre üzerindeki etkisini gösterir. Öte yandan bu kesim İslam ile sosyalizmi bağdaştırma çabası ya da söylemi içerisindedir. Yeşil Ordu ile bağlantılı olarak Eskişehir’de “İslami Bolşevik Gazete” üst başlığı ile Seyyare Yeni Dünya gazetesi yayınlanıyordu. Dolayısıyla bu çevrenin sosyalizmi bir ideoloji olmaktan öte, yalnız mevcut pratik yönleri ile benimseme eğilimi gösterdiğini söylemek mümkündür.  

İçerisinde İttihatçıların olduğu bu grupta Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası üyeleri Nazım Bey, Şeyh Servet ve İkazcı Şükrü Bey de vardır. Dolayısıyla, Halk Zümresi’ni, yalnızca İttihatçıların bir girişimine indirgemek yanlış olur. Tüm bu halkçı örgütlenmeler, İttihatçıların halkçı kesimlerini, Milli Mücadele sırasındaki alternatif siyasi arayışları ve Ekim Devrimi’nin sola çekici etkisine kapılanları kapsayan gri bölgede yer almıştır. 

Ankara’da, Milli Mücadele içerisindeki halkçı damar, 1920 itibariyle Anadolu’ya sirayet eden komünist örgütlenme(ler) ile dirsek temasında olmuştur. Bugünkü Türkçe ile Komünist Parti olarak da adlandırılabilecek olan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın 1920’deki kuruluşu Ankara’da gizlice örgütlenen komünistler ile Yeşil Ordu Cemiyeti’nin Mustafa Kemal Paşa tarafından tasfiye edilmesinden sonra kendisine yeni bir mecra arayan halkçılar arasındaki işbirliğinin sonucudur. THİF’nin kuruluş bildirgesinde “Sırf köylü ve işçinin, Anadolu emekçilerinin hukukunu müdafaa etmek ve onları dünyanın emekçi iştirakiyun – inkılabına faal bir surette iştirak ettirmek maksadıyla” kurulduğu yazıyordu.4 

Yeşil Ordu Cemiyeti’nin Genel Sekreterliği’ni yapmış ve 1920 sonunda Meclis’te milletvekillerinin oylarıyla Dahiliye Vekili seçilmiş olan Nazım Bey, Milli Mücadele’nin komünistlere yaklaştırdığı ve Mustafa Kemal Paşa ve diğerlerinin temsil ettiği burjuva milliyetçiliğinden farklı, halkçı ve Sovyetler dostu bir seçenek arayan önemli ve şimdiye kadar belki üzerinde yeterince durulmamış bir figürdür.5 Bir Sovyet elçilik yetkilisi Nazım Beyi “Elbette ki, Ortodoks bir komünist değil. Ama, o parti içinde olağanüstü etkisi olan, parti dışında çok büyük saygınlığa sahip dürüst bir adam” diye tanımlıyordu.6

Ancak bilindiği üzere, Milli Mücadele’ye bu soldan müdahalelerin önü baskı ve kanla kesildi; Bakü’den gelen Mustafa Suphi ve diğer TKP Merkez Komitesi üyeleri Karadeniz’de katledilirken, THİF liderleri de aynı tarihlerde tutuklanarak hapse atıldı. Kısacası, Cumhuriyet’in solu daha kurulmadan devre dışı bırakılmaya çalışıldı.

* * *

Öte yandan Milli Mücadele’de “halk” nasıl bir rol oynamıştır? Ya da soruyu farklı bir şekilde ifade edersek Milli Mücadele’yi sınıfsal açıdan nasıl değerlendirebiliriz? Bu soruyu yanıtlamak için öncelikle, Milli Mücadele’nin temelini teşkil eden yerel örgütlenmeler olan cemiyet ve kongrelere bakalım. Bunlar bilinen adları ile “Müdafaa-i Hukuk Cemiyet”leri ve “Milli Kongreler”dir. 1919 başı itibariyle Balıkesir, Erzurum, Kars, Trabzon gibi Anadolu şehirlerinde ve Trakya’da kurulmuştur. Buraların büyük ölçüde Ermeni ve Rumlar ile toprak aidiyeti konusunda sorun yaşanma ihtimali olan bölgeler olduğu görülür. Bu konuda en önemli çalışmalardan birini yapmış olan Bülent Tanör’e göre bu örgütlenmeler bir önderliğin yönlendirmesiyle değil kendiliğinden oluşmuştur. Tabii, 1908 itibariyle gelişen yaygın İttihatçı örgütlenmenin ve tek tek İttihatçıların bu örgütlenmelerde önemli bir rolü olmuştur. Öte yandan temel kaygı, yerel toprak sahipleri, tüccarlar ve yereldeki tüm üst sınıfları kapsayacak şekilde eşrafın işgal ya da Ermenilerin ve Rumların geri gelmesiyle mallarını kaybedecek olmalarından duydukları endişedir. Bu endişe bazı örneklerde ulusal ve hatta siyasi kurtuluş çabaları ile iç içe geçmiştir. Hatta, Kars, Ardahan, Batum’da Cenub-i Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi adıyla ilk Cumhuriyet ilan edilmiştir.7

Yerel eşrafın, özellikle de yerel tüccar ve servet sahibi kesimlerin kaderlerini Milli Mücadele ile bağlı görerek mücadeleyi örgütlemelerini göstermesi açısından Trabzon iyi bir örnektir. Nemlizadeler gibi şehrin ileri gelen tüccar ve toprak sahibi aileleri Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük etmiştir. 1921 yılında, Yunan propagandası yaparak memlekete ihanetle suçlanan Nemlizade Galip Bey’i yine bir Trabzon milletvekili Hafız Mehmet Bey şöyle savunmuştur: “Efendiler bu zevat bu memleketin eciri [ücretli çalışan] değil sahipleridirler. Binaenaleyh bir ecir asıl memleketin sahiplerini ihanetle itham edemez. Nemli Zade Galip Bey zannederim ki memlekette maruf bir ailedir. Tüccardır, zengindir.” Konuşma meclis sıralarından “bravo” sesleri ile karşılanmıştır. Trabzon’da İttihatçıların güçlü olması Mustafa Kemal Paşa için hep bir sorun olmuştur. Ancak kentin ileri gelen zengin aileleri Ankara Hükümeti ile işbirliğini sürdürmüşlerdir ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da bu ilişki ve işbirliği devam etmiştir.

Yerel cemiyet ve kongrelere dönersek, bunların sorunu yerellikleri ve kendiliğindenlikleridir. Bu yerel tepkileri bir araya getirerek onlardan ulusal ve siyasal bir güç ve işgale ve monarşiye karşı bir iktidar odağı çıkartacak olan ise Mustafa Kemal Paşa ve Kazım Karabekir Paşa gibi Milli Mücadele’nin önderliği olmuştur. Bu açıdan ikisini karşı karşıya koyarak değerlendirmenin bir faydası olmayacaktır. 

Burada bir parantez açarak, şimdiye kadar görece az ilgi çekmiş olan Bülent Tanör’ün Yerel Kongre İktidarları kitabını yeniden ele alarak, Milli Mücadele’nin örgütlenmesinde kendiliğindenliğin, yerelliğin ve sınıfsallığın rolünü tartışan Sungur Savran’ın Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele kitabına değinmek istiyorum.8 Yerel kongre ve cemiyetlerden, Enver Paşa ve Çerkes Ethem gibi Milli Mücadele’nin özellikle ilk yıllardaki iktidar mücadelelerinden yola çıkan Savran, bu mücadelede Mustafa Kemal Paşa’nın rolünü küçültmeye odaklanmakla çubuğu biraz fazla büküyor. Bununla birlikte, bu dönemde farklı dinamiklerin ve sınıfsal kaygıların oynadığı rolü işaret etmesi ve mevcut devrimci durumun çeşitli yönlerine işaret ederek Milli Mücadele’nin sınıfsal bir okumasını yapması ise önemli. Kitap yeni tespitler içermemekle birlikte, şimdiye kadar solun dağınık bir şekilde işaret ettiği kimi önermeleri ve değerlendirmeleri toparlaması açısından anlamlı bir yere oturuyor.

Şimdiye kadar Cumhuriyet’in yüzüncü yılı vesilesiyle çok sayıda yeni yazı ve kitap yayınlandığını görüyoruz. Maalesef bu yayınların çoğunda yeni araştırmalar ve yeni bilgilerden çok mevcut külliyatın farklı biçimlerde tekrar edilmesi söz konusu.

Örneğin, ülkede en büyük nüfusu oluşturan köylülerin Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki durumu açısından söylenebilecekler hâlâ oldukça sınırlı. Bunun bir sebebi de, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kırdaki sınıf ilişkilerine odaklanan çalışmaların azlığında yatıyor.9 1920 yılına gelindiğinde, Anadolu köylüsünün uzun süren savaşlar sonucu yorgun düştüğünü ve askerlik konusunda oldukça isteksiz olduğunu biliyoruz. 1924 yılında hükümetin büyük bir vergi gelirinden feragat ederek aşarı kaldırmasının ardında yatan başlıca sebebin köylüyü rahatlatma ihtiyacı olduğu söylenebilir. İşçi sınıfı ise bu dönemde İstanbul ve İzmir gibi belli başlı şehirlerde mevcuttu ve bu şehirler Milli Mücadele sırasında işgal altındaydı. Buna rağmen, İstanbul’da 1920-1922 arası oldukça önemli bir işçi örgütlenmesi ve hareketliliği olduğu söylenebilir. İşgal altındaki zor koşullarda, gizli faaliyet gösteren İstanbul Komünist Grubu ve onunla ilişkili Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ve Türkiye İşçi Derneği gibi örgütlenmeler ile Türkiye Sosyalist Fırkası ve Beynelmilel İşçi İttihadı gibi çeşitli parti ve sendikal örgütlenmelere katılmış çok sayıda işçi vardı.

Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak, Milli Mücadelenin büyük ölçüde üst sınıfların, özel olarak da burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin öncülüğünde gerçekleştiği söylenebilir. Bolşevik Devrimi ve komünistlerin etkisi ile hareketin halkçı karakteri bir dönem güçlenmiş, ancak solun tasfiyesi ile bu halkçı karakter de zayıflamıştır. Öte yandan, Cumhuriyet ile sonuçlanacak olan bu mücadele, anti-monarşist tutumu ve ulusu kendi kaderini tayin edecek en yetkili otorite ilan etmesyile bir devrim niteliğindedir ve eski düzene ait unsurları tasfiye ettiği sürece ilerici özelliklerini korumuştur. En büyük sorunu ise işçi sınıfı mücadelesi ve sosyalizm korkusu olmuştur.

  • 1. Emel Akal, İştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri, İletişim Yayınları, 2014, 105.
  • 2. Neslişah L. Başaran Lotz ve Cangül Örnek, “Milli Mücadele Yıllarında Sosyalizm Etkisinde Halkçılık”, Toplumsal Tarih, Nisan 2019, 58-65.
  • 3. Hamit Erdem, 1920 Yılı ve Sol Muhalefet, Sel Yayıncılık, 2010, 135-136.
  • 4. Emek, 16 Ocak 1921, Sayı 1, aktaran Ali Ergi Güran (der.) Halk İştirakiyun Fırkası Yayın Organları I, Katkı Yayınları, 1975, 15.
  • 5. Mehmet Bozkurt’un Nazım Bey’i çok güzel tasvir eden bir yazısı için bkz. https://haber.sol.org.tr/yazarlar/mehmet-bozkurt/1-mecliste-bir-komunis….
  • 6. Erden Akbulut ve Mete Tunçay, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923), İletişim Yayınları, 2007, 300.
  • 7. Bülent Tanör, Türkiye’de Kongre İktidarları (1918-1920), Yapı Kredi Yayınları, 1998, 34-44.
  • 8. Sungur Savran, Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele, Yordam Kitap, 2023.
  • 9. Osmanlı’nın son dönemi için bkz. E. Atilla Aytekin, Üretim, Düzenleme İsyan, Dipnot Yayınları, 2022. Cumhuriyet’in ilk yıllarına odaklanan bir çalışma için bkz. Meryem Çakır Kantarcıoğlu, “Cumhuriyet’in kuruluş döneminde köy kanunu ve devlet-köy ilişkisi”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.