Son altı ayı İsrail’le ticarete kılıf aramakla geçirenler topyekûn bir savaşa girmediği için İran’ı numara yapmakla, korkaklıkla suçluyorlar. Bu kesimlerde utanma duygusunun olmaması büyük rahatlık.

Düş kırıklığı

Dün gece İran’dan ve etkili olduğu diğer bölge ülkelerinden kalkan farklı hava araçları İsrail’e doğru ilerlerken Türkiye televizyonlarında hâkim duygu neydi diye sorarsanız “düş kırıklığı” yanıtı verebilirim. Çetele tutmadım ama benim izlediğim 4-5 kanalda dönüşümlü olarak fikir beyan eden kimi askerî ve çoğu asgari uzmanların neredeyse tamamı sonuçtan memnun kalmadıklarını hissettiriyorlardı. Hani çok övülen, büyük prodüksiyon denilen bir filmi izlersiniz de sonunu beğenmez, izleyerek zaman yitirdiğiniz izlenimine kapılırsınız ya...İşte öyle bir izlenim aldım ben o zevatın sözlerinden.

İran ile İsrail arasındaki gerilim Orta Doğu sahnesinde yeni bir olgu değil. Uzun yıllardır İsrail kimi zaman İran’ın içinde, çoğu zaman ise Tahran’ın vekil güçlerinin bulunduğu yerlerde saldırılar gerçekleştiriyordu. İran’ın nükleer fizik alanında çalışan bir uzmanı, İran Ordusu’nun üst düzey bir komutanı veya örneğin Suriye’de kurduğu askeri üslerden biri bu saldırıların hedefi oluyordu. Son olarak 1 Nisan’da İran’ın Şam’daki Büyükelçilik binasının vurulması İran’ın bu kez doğrudan bir yanıt vermesine yol açtı.

Yanıtın içeriği, etkisi ayrıca ele alınmalı. Bununla birlikte bu yanıtın verilmiş olması başlı başına önemli bir olgu. Bugüne kadar dolaylı karşılıkları tercih eden İran, bu kez İsrail’i doğrudan hedef aldı. Bölgede uzun yıllardır bunu yapabilen ilk ülke oldu. Arap rejimleri ve Akepe Türkiyesi gibi “Filistin dostları” sahnenin önünde eleştirdikleri İsrail’le sahne arkasında ticaret ve işbirliğini sürdürürlerken İran ortaya somut bir eylem koymuş oldu.

İran’ı bu noktaya getiren elbette Filistin halkına duyduğu sevgi filan değil. Tahran’ın, canlarından ve emperyalizmden bezmiş bölge halkları üzerindeki etkisini artırmak, bu yolla kimi Arap rejimlerini sarsmak ve mümkünse kendi siyasetine daha yakın duracak şekilde değiştirmek istediği malum. Bir de iç mesele var. Molla rejimi, dünyanın enerji kaynakları bakımından en talihli ülkelerinden birinde halkını hem yoksullukla hem de gericilikle bunaltıyor. Çünkü mollalar halkı dinle uyutup, uyutamadıklarını şiddetle sersemletip ceplerinden cüzdanlarını çalıyorlar. Rejime sadık bir kitle olduğu kadar, katlanan bir kitle de var. İran’ın bölgedeki çatışmalara vekilleri yoluyla müdahil olma siyaseti, yarattığı ekonomik sonuçlar yüzünden de bu ikinci kitle tarafından hoş karşılanmıyor. Rejimin çekirdeği ise bu siyasetin daha da keskinleştirilmesinden yana. Bu ikili baskı içerisinde Tahran dün geceki saldırıyı gerçekleştirdi. Birisi ceketimi tutsun dedi, ceketi çıkarttı, ringe çıktı, büyük ölçüde İsrail’in gardında kalan iki-üç yumruk attı ve ceketini giyip yerine oturdu.

Dün geceki memnuniyetsiz asgari uzmanlara dönersek, 16 raunt kanlı dövüş seyredeceğiz, o vesileyle televizyon ekranlarını işgal edip 40 yıllık kahve arkadaşlarımızın bile dinlemekten sıkıldığı “Türkiye’ye büyük komplo” palavralarını haftalarca tekrarlayacağız diye düşünürken hevesleri kursaklarında kaldı. Gömleği kravatı çıkartıp yatmaya gittiler. ABD şimdilik İsrail’in gelen yumruklara anında ve sert karşılık vermesini engelledi. Bunda birkaç etken rol oynadı. Birincisi ABD, böyle bir savaşının fitilinin ateşlenmesi halinde patlamanın etkilerinin bölgedeki kendi kukla rejimlerini de sarsacağını,  İran’a karşı Kasım’daki seçimlere kadar netleşecek kolay bir zafer elde edilmesinin mümkün olamayacağını hesapladı. İkincisi Rusya ve Çin, bölge denkleminden İran’ı tamamen silecek bir karşılığa, misillemeye  izin vermeyeceklerini, bunu tümüyle engelleyemeseler bile ABD ve müttefikleri bakımından çok maliyetli hale getireceklerini duyurdular. Her iki ülkenin açıklamalarında da saldırıya kınama yok ama ateşkes çağrısı var. Yine her iki ülke de çeşitli kanallardan “ABD’nin saldırısına uğraması halinde, İran’ın yanında olacakları” mesajını iletiyorlar.

Burada bir yanlış anlaşılma olmasın. Ne Rusya ne Çin İsrail’e düşmanlar. Biz Akepe ve benzeri yönetimleri haklı olarak eleştireduralım, kimilerinin yeni ve daha adil bir dünya düzeni için umut bağladıkları bu iki ülke de Tel Aviv’le çatır çatır ticaretlerini sürdürüyorlar. Buna karşılık ABD’nin bölgeye tümüyle hâkim olmasını istemedikleri için Orta Doğu’nun İsrail’in dilediği türden dikensiz bir gül bahçesi haline gelmesini de arzu etmiyorlar. İran’ın varlığını sürdürmesi bu açıdan önemli. Ancak bunun için de ölçüyü kaçırmaması gerekiyor.

Şimdi yeniden dönelim İran’ın saldırısını yeterli bulmayanlara. Yandaş basına şöyle bir baktım. Son altı ayı İsrail’le ticarete kılıf aramakla geçirenler topyekûn bir savaşa girmediği için İran’ı numara yapmakla, korkaklıkla suçluyorlar. Bu kesimlerde rezil olma ve utanma duygusunun olmaması büyük rahatlık. Belki de gerek asgari uzmanların gerek yandaş taifesinin üzüldüğü nokta başka. Orta Doğu’da çıkacak kapsamlı bir savaşın Türkiye için yeni “fırsatlar” yaratacağını düşündükleri için üzgünler. Çarşı karışır, İran dağılır, biz de Tebriz’den girer Urumçi’den çıkarız... Gülmeyin, bu aç tavuk rüyasını analiz diye kâğıda döken ve akademik unvan veya kamuda itibarlı makam elde edenler var.

Diğer yandan İran’ı suçlayan Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerin yönelttikleri “bölgesel istikrarı tehdit etme”, “egemen bir devlete saldırma” gibi ithamlar ise gülemeyeceğimiz kadar saçma. Bir halkın dünyanın gözü önünde soykırıma uğratıldığı bir bölgede ne tür istikrardan söz ediyor olabilirler? Suriye ve Lübnan’ın İsrail tarafından gün aşırı bombalandığı bir yerde “egemen devlete saldırmak” kavramını bu bağlamda gündeme getirebilmek için ayrı bir yüzsüzlük ve küstahlık  seviyesi gerekiyor olmalı.

Bu arada bu satırları yazdığım an itibariyle Türkiye cephesinden herhangi bir açıklama yapılmamış olması da ilginç. Kamboçya’da öküz trene çarpsa üç dilde açıklama yapan Dışişleri’nin dün gece berimizde uçuşan yüzlerce hava cismi konusunda sessiz kalması neye bağlanabilir? Bakanlık kadrolarının onlarca taslak hazırladıklarından kuşkum yok. Demek ki dünya lideri ve etrafındaki toplam ne söyleneceğine karar vermemiş. Bir olasılık İsrail’in karşılık verip vermeyeceğini bekliyor olmaları. Benim tahminim itidal tavsiye eden, tarafları bölgesel bir savaşa yol açabilecek eylemlerden kaçınmaya çağıran, bir yandan da İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımın esas mesele olduğunu vurgulayan bir açıklamanın çıkacağı yönünde. Kalbi şeklen de olsa Kudüs’te, cüzdanı ise Londra, Washington’da ve gemicikleri Hayfa’da yaşamak kolay değil. 

Toparlamak gerekirse İran’ın İsrail’e yönelttiği saldırının askerî açıdan başarılı sonuçlar verdiğini iddia etmek mümkün olmasa da bana göre siyasi açıdan manzara biraz daha farklı. İran, birçok aktörün söylem kabadayılığı yapmakla yetindiği bir bölgede, eylemsellik düzeyinde de oyunun içinde olduğunu gösterdi. İsrail’in propaganda makinası ve Türkiye dahil birçok ülkedeki uzantıları “acımadı ki” deyip geçmeye çalışacaklar. Tahran ise, gerçeği kendi yönünde alabildiğine bükecek. Yine de İsrail’in nihayet bir bölge devleti tarafından doğrudan hedef alındığı olgusu değişmeyecek.

Şu ana dek gelen haberlerden, İsrail’in hemen karşılık vermeyeceği anlaşılıyor. Buna karşılık, ABD seçimlerinin hemen ertesinde kapsamlı bir misilleme ihtimal dışı değil. O arada neler olacağını, izleyip göreceğiz.

Olumlu ve olumsuz sonuçlarından bağımsız olarak 7 Ekim 2023 nasıl bir milat haline geldiyse 13-14 Nisan 2024 tarihi de bir yandan İsrail’in bölgedeki göreli rahatlığının sona erdiği bir yandan da Ürdün gibi işbirlikçi Arap rejimlerini yaldızının enikonu döküldüğü bir dönüm noktası olarak hatırlanacaktır.

soL Haber’deki Yiğit Günay imzalı şu analizi de okumayı ihmal etmeyin.

Bölgesel savaş tehlikesi en azından bir sonraki tırmanmaya kadar atlatılmış görünüyor.