'Örgütlü halk her şeyi yapar. Bir tek, suçluları demokratik yolla emekli etmeyi aklına getirme ihtimali hayli düşüktür.'

Uyuşturucu ekonomisinde demokratik emeklilik

Eski bir bakanın, Fikri Sağlar’ın yalancısıyım, yakalanan uyuşturucu ile toplam uyuşturucu trafiğinin hacmi arasındaki ilişki bire beşmiş. Ne kadar yakalandığı resmen açıklanıyor ya, beşle çarpacaksınız… İstatistik bilimi ampirik veri saplantılıdır, ama genellikle makul bir sapmayla doğruya yakın sonuç verir. Bizim konumuz açısından bu sapmanın bir önemi yok. Ülkemizin başa güreştiği aşikâr! 

Ama İçişleri Bakanı öyle demiyor. Soylu önceki gün de Meral Akşener’le twit polemiğine girdi. Türkiye uyuşturucuyla mücadelede harikalar yaratıyordu… Lakin beşle çarpmak gerekiyor!

Bence istatistik ve oranlar meselesine fazla takılmayalım. AKP’nin Afganistan’ın el değiştirdiği günlerde Kabil havaalanını tutmak için gösterdiği gayretkeşliğe bakalım. Latin Amerika bağlarını geliştirmekte gösterdiği ısrara dikkat edelim. Epeydir yazılıp çizilen, Türkiye’nin parçası olduğu “Balkan rotasıyla” yetinmeyip ikinci küresel güzergâhla, “Atlantik hattıyla” da temasını sıkılaştırdığı… Yakalanan mallar bu değerlendirmeyle uyumlu. Bir de son olarak, uyuşturucu ekonomisi söz konusu olduğunda duman kimleri öksürtürse öksürtsün AKP’nin kulağının üstüne yatışını seyredelim. Hakarete pek duyarlı olan iktidar partisinde konu uyuşturucu olunca ne eski başbakanın adı duyuluyor, ne milli gurur vesilesi Türk Hava Yolları! Bir tek Soylu eski mevkidaşına dalaşıyor.

Şaka değil, yine Sağlar’ın aktardığına göre dünya ekonomisinde uyuşturucu payı için en düşük kestirim 600 milyar dolarmış. Kısa yoldan kestirimler uyuşturucunun, küresel ekonominin yüzde birine yakın parçasını oluşturduğunu söylüyor. Öyle ki, Avrupa İstatistik Ofisi on yıl kadar önce üye ülkelerde uyuşturucu ve fuhuş kazançlarının resmi gelir hesaplarına dahil edilmesini önermeye başlamış. 

Yani ortada gayrihukuki bir meşruiyet var. Yakalanan beşte birlik oranda, bir tür vergilendirme, gelirin farklı ekonomik ve politik güçler arasında paylaşım mekanizması ve hukuk vitrininin yaşatılması gibi pek önemli işlevlerin yattığını düşünebiliriz; hepsine yeter. Kapitalist dünya sistemi yüzde bir gibi devasa bir ekonomik büyüklüğü ölümcül bir zehirden türetiyor. Demek ki, bu sistemde “benim” diyen ülkenin milli gelirinde de böyle bir alt sınır olması gerekiyor. Üretici coğrafyaları bir kenara bırakalım, Türkiye gibi emperyalist olma hayali peşinde koşan ülkeler söz konusu olduğunda, muhtemelen birileri, aynı savunma sanayinin çapını, finans sisteminin gücünü, arge yatırımlarını sorgular gibi, "ee", diyor olmalılar, "uyuşturucudan, fuhuştan ne kazanıyorsunuz?" Yasal değilse de meşrudur! Narkotik ekonomisi çağındayız.

Bir başka CHP’li, Sezgin Tanrıkulu’nun ekran konuşmasına da denk gelmiştim bir keresinde. “Uyuşturucunun olduğu yerde devlet vardır” diyordu. Mantıklıdır; ekonominin yüzde birkaçı gibi bir büyüklüğü avucunun içinde tutamayana devlet denemez. Demek ki, burjuva devlet teorisine, hele iddialı ülkeler için, “uyuşturucu ticareti görgüsü” bir analiz argümanı ve olgunluk kriteri olarak eklenmek durumundadır. Çoktan eklenmiştir de söylemiyorlardır; kuşkunuz olmasın. 

***

Peki, yapı buysa, politik üstyapı nasıl etkilenir, dersiniz? Uyuşturucu ekonomisi mi politik karar alma mekanizmalarında daha ağırlıklıdır, yoksa seçimler mi? 

Sorunun yanıtı oy verme oranı yüzde ellinin etrafında salınan ülkelerde yalındır. Büyük devlet, gelişmiş kapitalizm diye, halkın oyuyla bile işe karıştırılmadığı yönetim modeli kuranlara deniyor. Az katılım - çok uyuşturucu. 

İkinci bir kategori olarak, aslında “hakları” olan yüzde birlik fuhuş ve uyuşturucu işini kotaramayan, amatör küme devletlerini geçiniz; bu dünyada esamileri okunmaz. Bunlar hiyerarşinin üstündekilerin pazarı olabilir ancak. AKP Türkiye’sinin Ortadoğu komşularına bu açıdan yaklaştığı yazılıp çiziliyor. Kimse hakaret diye mahkemeye koşmuyor.

Türkiye’de oy verme oranının yüksekliğinin, rejimi demokrasiye yaklaştırmadığını biliyoruz. Düzen muhalefeti demokratikleşmenin yolunun oylarla döşeneceğine iman tazeleyip dursa da böyle. Çünkü sıra oyların ağırlığına gelene kadar, bunun medyası var, tarikatı-aşireti var, keyfine göre hukuku, devletin terörü var… Uyuşturucusu da var.

Hani seçimle gelip seçimle gitmek diye bir demokratik davranış betimlemesi vardır. Ülkemizde burjuva siyasetçilerinin saygınlıklarını korumayı geçtim, arkasına teneke bağlanıp gönderilmeleri için bir neden de uyuşturucu organizasyonu olmalıdır. Ancak bütün tarafların batakta ve olayın yasadışı bir meşrulukla donatılmış olduğu koşullar, siyasetçiler için bir güvence sistemi de oluşturur: Birine dokunsan herkes yanacak! Madem öyle, Kemal Bey'in son olarak söylediği gibi Beyefendi’nin ve adamlarının demokratik yollarla emekli edilmeleri çok önemlidir. Kim ister ekonominin yüzde birkaçlık bölmesini kaybetmeyi…

Yalnız demokrasinin, düzenin kitabına uygun anlamının dışında bir etimolojik ve tarihsel kaynağı daha bilinir. O da halk ile ilgilidir. Bir yönetsel mekanizma, ayrıcalıklıların değil de sıradan, emekçi halkın katılımı sayesinde demokratik olur veya olmaz. Seçime yaslanmamış bir dizi devrime demokratik denmesinin nedeni de budur. Büyük Fransız ve Büyük Ekim devrimleri yoksul halk kitlelerinin çıkarlarını siyasete taşıdıkları ve bu kitleleri hareketlendirdikleri için demokratiktir. Emperyalizmi seçimle kovan, faşizmi seçimle deviren pek yoktur, ama bu mücadelelerin demokratik karakteri su götürmez. Tabii halkın katılımı demişsek, kendi örgütlülüğüyle, kendi talepleriyle sahne alması kastedilir. 

Örgütlü halk her şeyi yapar. Bir tek, suçluları demokratik yolla emekli etmeyi aklına getirme ihtimali hayli düşüktür.