Ken Loach'tan umutlu veda: Günah keçisi arama, gücünün farkına var, dünyayı değiştir

Ken Loach, bu defa ırkçılık tohumlarının izini sürüyor. Umut dolu "son" filminde göçmen düşmanlığına karşı güçlerini birleştiren Suriyeli bir kadın ve İngiliz bir bar sahibinin hikayesini anlatıyor.

Yağmur Büşra Ekinci

İşçi sınıfının hayatından kesitler sunan filmleriyle sinema tarihinde toplumcu gerçekçi anlatımın tanınan yönetmenlerinden Ken Loach 2023 yılında "The Old Oak" ile son filmini çektiğini duyurdu. Tarihsel ve toplumsal kırılma dönemlerine atıfla yaptığı filmleriyle bildiğimiz yönetmen bu filminde mülteci sorununu ele almış. 

Film, İngiltere’de maden ocağının kapatılmasıyla işsiz bırakılmış, eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrum kalmış, ekonomik zorluklarla hayatta kalmaya çalışan insanların, yaşadıkları köye otobüsle getirilen mültecilerle karşılaşmaları ile başlıyor.  Eski bir itfaiyeci olan David Turner, TJ Ballantyne karakterine; Suriyeli Ebla Mari beyaz perdedeki ilk rolüyle Yara karakterine can veriyor. TJ Ballantyne, filme de ismini veren The Old Oak isimli 60 yıllık bir barın sahibi. TJ Ballantyne ve Yara'nın ilk karşılaşmaları otobüsten inme anında yaşanan bir kavgayla gerçekleşiyor.

Film ilk andan itibaren sınıfı bölen göçmen düşmanlığını gözler önüne seriyor. Hikaye ilerledikçe göçmenlere yapılan yardımlar yerel halkta öfkenin artmasına sebep oluyor. Türkiye’de yaşayan bizlerin de yakından şahit olduğu, sosyal medyadaki nefret söylemini yaygınlaştıran spekülatif bilgiler The Old Oak barı müdavimlerinin de sohbetlerini belirliyor. TJ Ballantyne’nin de içinde bulunduğu sosyal yardım sağlayan kuruluşun göçmen ailelere destek dağıtırken karşılaştığı yerel halktan çocuklarla arasında geçen şu diyalog, yaşananları çocuk gözünden anlatıyor. 

-Bunca şeyi nasıl alıyorlar
-Tamamı yerel halk tarafından bağışlandı. Bunların hepsi ikinci el eşyalar..
-Biliyorum ama son zamanlarda her şeyi alıyorlar.
-Evet, ama her şeylerini kaybettiler. Anlamanız gereken şey bu. Bu ülkeye geldiklerinde sırtlarındaki elbiselerden başka hiçbir şeyleri yoktu.
-Keşke bir bisikletim olsaydı.

The Old Oak barının müdavimleri arasında geçen diyaloglarda oturdukları evlerin satılamaz halde oluşu, aldıkları fiyattan bile geriye düşen değerleri, bakım yapmanın mümkün olmayışı, köyü terk edemeyenlerin oraya mahkum kalışı sık sık belirleyici tema oluyor. Aynı zamanda köyde birden fazla evin orada hiç de yaşamayan ve yaşamayı da düşünmeyen kişiler tarafından yok pahasına alınması hayıflanarak konuşuluyor. Aslında çocukların, göçmenlere sağlanan “imkanlara” duydukları öfke ile yetişkinlerin öfkesi aynı yön tarif edemeyişin sonucu olarak kendini gösteriyor. TJ Ballantyne karakteri maden işçisi babasının şu sözünü hatırlatıyor: "Babam her zaman şunu söylerdi, eğer işçiler sahip oldukları gücün farkına varırlarsa ve onu kullanma özgüvenine sahip olurlarsa dünyayı değiştirebilirler."

Yönetmen Ken Loach ve senarist Paul Laverty, TJ Ballantyne karakterini yaratarak sınıf mücadelesinden gelen hafızanın insanın kişilik örgütlenmesine yansımasını seyirciye gösteriyor. Hafızasını kaybeden, ırkçılığı mahkum ederken ırkçılık yaptığını göremeyen karakterlerle TJ Ballantyne karakterinin yaşadığı çatışma seyirciye mücadelenin geçmişin bir hafızası olarak kalsa bile insan kalmanın tek yolu olduğunu hatırlatıyor. 

Filmin sonuna yaklaşırken TJ Ballantyne karakteri barın müdavimleri arasında yer alan, çocukluğundan beri arkadaş olduğu, ortak mücadele geçmişini paylaştığı arkadaşı Charlie karakteriyle yüzleşiyor ve seyircinin aklında dolaşan soruyu soruyor: "Nasıl bu hale geldin?"

-Charlie, bütün köyün durumuna bak dostum. Yıllardır başımıza gelen saçmalıklara bak. Senin başına gelenler, benim, ikimizin ve babalarımızın başına gelenler. Burası Suriyeliler buraya gelmeden çok önce de bok gibiydi. Artık aptal bir adam olmadığını biliyorum. Peki nasıl bu hale geldin?
-Neden bahsettiğini bilmiyorum, dostum.
-Hayat boka sardığında hepimiz bir günah keçisi ararız değil mi? Asla yukarı bakmıyoruz, her zaman aşağıya bakıyoruz. Hep altımızdaki zavallı piçleri suçlarız. Bu her zaman onların suçlarıdır.

Filmin ismi Türkçe'ye Umudunu Kaybetme olarak çevrilmiş. Filmin dayanışmanın örgütleyici oluşunu seyirciye gösteriyor olması ve değişen karakterlerle final yapıyor olması bu çeviriyi anlamlı kılıyor. Tüm dünyada ırkçılığın yükselişe geçtiği, en büyük dayanağını da göçmen/mülteci düşmanlığından aldığı dönemde Ken Loach ve Paul Laverty İngiltere’nin bir köyünde geçen hikayeyle iki halkın sırf birbirine yabancı olduğu için düşman kesilmesinin esas düşmanı görünmez kılmasındaki çarpıklığı gösteriyor.

Film sınıf örgütlenmesi yerine sosyal yardımlaşma platformu kurmayı seçiyor, dayanışmayı örgütlerken siyasi mücadele boşluğa bırakılıyor. Dayanışmanın değerini hafifletmek değil burada eleştirilen ama kurtarılmış küçük topluluklar halinde başımıza örülen çorapları çözmeye çalışmak da umut için yeterli değil. Film boyunca aşağıya değil yukarı bakmalı düşüncesi işlenirken finalde bu düşünce kendini gösteremiyor ve kendine kadar bir insan topluluğuna sıkışıyor.