Venezuela-Guyana geriliminin hatırlattıkları: Yağma düzeni son bulmalı

Venezuela ve Guyana arasında süregiden gerilim, yalnızca Latin Amerika'nın tarihine bakış atma fırsatı değil, günümüzde dünyanın en temel sorunlarından birini değerlendirme olanağı sağlıyor.

Can Kuyumcuoğlu

Fransız Blaise Cendrars'ın "Altın" romanı, Kaliforniya'daki topraklarında altın bulunmasının Sutter için nasıl bir müjde değil kabusa döndüğünü anlatır. İnsanlar çekirge sürüsü gibi Sutter'ın topraklarını yağmalar. Sutter, beş parasız kalır.

Bunca zenginliğin tek bir kişiye ait olması zaten akıl dışıdır. Doğal zenginlikler, halka ait olmalıdır. Ama tarihte yağmaya uğrayanlar, insanlardan çok halklar olmuştur.

Birçok ülkede doğal maden kaynakları, halk adına el koyulmadığı takdirde dünyanın başına bela olacak derecede krizlere yol açtı.

Afrika kıtası, bu öykünün izleriyle doludur. Doğal kaynakları zengin birçok Afrika ülkesi yıllardır iç savaşlarla boğuşuyor. Bu ülkelerin bir diğer ortak özelliği, buradaki emperyalist müdahalelerin süreklileşmiş ve ülke kaynaklarının büyük bir sömürü sistemiyle uluslararası sermayeye hizmet ediyor olması.

Bizzat bizim coğrafyamız, petrol nedeniyle sayısız savaş ve işgale sahne oldu.

Yakın tarih boyunca emperyalizmin en çok siyasi ve ekonomik müdahalede bulunduğu bölgelerden olan Latin Amerika da doğal kaynaklar bakımından çok zengin olmasıyla biliniyor. Bölgede antiemperyalist hükümetlere sahip ülkeler, madenlerin devletleştirilmesini içeren politikalar sayesinde kalkınma adına büyük adımlar atarken, emperyalist müdahaleye açık olan ülkelerde iç savaş ve siyasi kaos ortamı hiçbir zaman eksik olmamıştır.

Yakın tarih içerisinde konuya dair birçok örnek de bulunulabilir. Bugün bu başlığa ilişkin en güncel meseleyi ele alacağız.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, bu ayın başında Guyana'nın Essequibo bölgesinin ilhakını da içeren bir referandum düzenledi. Venezuela, komşu ülkenin yarısından büyük bu topraklarda yüzyılı aşkın bir süredir hak iddia ediyor.

Konuya ilişkin ayrıntılara girmeden önce şu konuya dikkat çekmek gerekiyor: Söz konusu bölge değerli maden ve petrol açısından oldukça zengin.

Bu açıdan bakıldığında, bölgedeki olası gelişmeler, gerilimin uluslararası bir krize gebe olup olmayacağına dair soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Konuyu ele almak için, Venezuela ve Guyana arasındaki sınır anlaşmazlığının tarihselliğine bakmak ve Venezuela'nın yakın tarihteki siyasi yapısını incelemekte fayda var.

Sınır anlaşmazlığının tarihi

Güney Amerika gündeminde şu günlerde ilk sırada yerini alan Venezuela-Guyana geriliminin tarihçesi 1899 yılına kadar dayanıyor. 

Sömürgecilik döneminde Güney Amerika kıtası Avrupalı sömürgeciler arasında bölüşülmüştü. Venezuela İspanya'ya tabi olurken, bugün Brezilya olan Roraima bölgesi Portekizlilerin, Surinami Hollandalıların sömürgesi olmuştu. Guyana ise Fransa ve İngiltere arasında bölüştürülmüştü.

Venezuela, kıtadaki birçok ülke gibi bağımsızlığını 1824 yılında Latinlerin deyişiyle "Büyük Kurtarıcı"nın, Simón Bolívar'ın liderliğinde kazandı. Bolívar kıtadaki halklardan bağımsızlık yanlılarını birleştirdiği orduyla her yerde sömürgecilerle çarpışıyor, birçok ülkeyi kurtarıyordu.

Venezuela'nın bağımsızlığından kısa bir süre sonra Bolívar, İngiltere'nin kontrol ettiği, Essequibo Nehri'nin batısındaki topraklarda hak iddia etmişti.

İngiltere, Bolívar yönetiminin bu talebine itiraz etmese de, Essequibo Nehri'nin batı kıyısında kolonileşme hamlelerini sürdürdü. 1831 yılında İngiltere, Hollanda'nın eski koloni bölgeleri Berbice, Demerara ve Essequibo'yu birleştirerek İngiltere Guyana'sını ilan etti.

Eski İngiliz sömürgesi Guyana, 800 bin nüfuslu, Karayip denizi kıyısında bir Latin Amerika ülkesi

'Lanet'in keşfi: Altın

Sınır anlaşmazlığı yıllar boyunca sürüncemede kalırken, 1876 yılında tartışmalı Essequibo bölgesinde altın madeni keşfedildi. Bunun ardından iki ülke arasındaki tartışma yeniden alevlendi. Venezuela bölgenin kendisine bağlanmasını yeniden talep ederken, İngiltere bunu kabul etmedi. 1881 yılında Venezuela, İngiltere'ye ufak bir değişiklikle yeni bir sınır önerisiyle geldi, ancak İngiltere 1886 yılında Essequibo Nehri'nin doğusunu içeren bölgenin kendisine ait olduğunu bildiren Schomburgk Hattı'nı ilan etti. Bunun üzerine Venezuela, İngiltere'yle olan diplomatik ilişkilerini sınırlandırdı.

Fakat, ortada, Bolívar gibi tavizsiz bağımsızlıkçı bir lider yoktu. Venezuela'yı yönetenler, Osmanlı'dan çok tanıdığımız yola girdiler: Bir büyük güç karşısında sırtını diğer bir büyük güce dayamak.

Diğer büyük güç, yükselen yıldız ABD'ydi. ABD, "Monroe Doktrini"ni ilan etmiş, Amerika kıtasına kıta dışındaki güçlerin müdahalelerine karşı olduğunu açıklamıştı. Elbette bu yaklaşım, esas olarak, "Amerika kıtası benim etki alanım" anlamına geliyordu.

Venezuela, 1894 yılında Monroe Doktrini'ni öne sürerek ABD'den konuya müdahale etmesini istedi, ancak Washington'dan olumsuz yanıt aldı. 1895 yılında Venezuela lobi faaliyetlerine başladı ve ABD'nin de olaya dahil olmasını sağladı. Bu adım, Venezuela'yla İngiltere arasındaki anlaşmazlığı diplomatik krize çevirdi. Nihayetinde, İngiltere ABD'nin Monroe Doktrini altında konuya müdahil olmasını kabul etti.

Sonradan itiraf edilen katakulli

Ülke sınırlarının belirlenmesine dair 1899 yılında Rusya, İngiltere ve ABD'li temsilcilerin yer aldığı bir uluslararası hakem heyeti kuruldu. Heyet, sınır anlaşmazlığı konusunda İngiltere lehine karar verdi, ancak ilerleyen yıllarda hakemlik kurulunun süreci şaibeli yürüttüğü ortaya çıktı. Venezuela bir katakulliye kurban gitmiş, İngiltere, Essequibo nehrinin hem doğu hem batı yakasında kontrolü sağlamıştı.

Guyana'nın İngiltere'ye bağlı olan bölümü, bağımsızlığını elde ettiği 1966 yılına kadar İngiltere'nin sömürgesi olmayı sürdürdü.

Guyana'nın bağımsızlık ilanına çok yakın bir dönemde, Cenevre'de İngiltere ve Venezuela arasında BM öncülüğünde bir mutabakat imzalandı. Buna göre, 1899'daki sürecin şaibeli olduğu İngiltere tarafından da kabul edildi ve sınır anlaşmazlığının 4 yıl içinde çözülmesi için bir mekanizma kuruldu.

Ancak Guyana, bağımsızlığını ilan etmesinin ardından söz konusu anlaşmazlığın çözümüne dair bir adım atmadı.

Bolivar'ın vizyonu

İspanya sömürgesi Venezuela'yı bağımsızlığına kavuşturarak halkçı bir iktidar kuran devrimci önder Bolívar'ın hayali, tüm Latin Amerika coğrafyasını İspanya sömürgeciliğinden arındırmaktı.

Bunun için büyük bir mücadele başlatan Bolívar, 1810'da Venezuela'nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından İspanyollar tarafından yakalanıp sürgün edildiği Kolombiya'da ordunun komutasını ele aldı ve başkent Bogotá'yı ele geçirdi.

Kolombiya'da yenilgiler almasının ardından Haiti'ye gidip yeni güçler toplamaya başlayan Bolívar, Venezuela'ya yeniden saldırarak Ciudad Bolívar kentinin yönetimini ele geçirdi.

1821 yılında, Venezuela, Ekvador, Kolombiya, Panama ve Peru'yu kapsayan Büyük Kolombiya bölgesini İspanyol sömürgesinden kurtararak ilk devlet başkanı oldu.

Hayali, bölgede Latin Amerika halklarının bir arada yaşadığı tek bir devlet kurmaktı. Ancak bölgede yaşanan iç savaşların ardından Büyük Kolombiya bölgesi 1827'den itibaren bölünmeye başladı.

Bolívar'ın hayali, esasında bölgede bugüne kadar varan anlaşmazlıkları çözecek yegane yoldu.

Bolívar'ın dikkat çekilmesi gereken bir özelliği de, İspanya sömürgeciliğine karşı savaşırken, bölgedeki diğer sömürgeci ülkeleri arkasına almaması, hatta bağımsızlık ilanının ardından onlarla da mücadele etmesi oldu.

Bugün kıtanın gündemine oturan Essequibo'da İngiltere'yle karşı karşıya gelmekten kaçınmaması, bunun kanıtıydı.

Chávez'in Guyana tavrı: 'Geçmişte kalmalı'

Resmi olarak Guyana'ya bağlı olan Essequibo bölgesine dair iki ülke arasındaki anlaşmazlığın 2004 yılında Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chávez'in döneminde çözüldüğü düşünülüyordu.

Chávez, o dönemde ülkesinin bölgedeki hak iddiasına mesafe koyarak, meselenin tarihe karışması gerektiğini savunmuş, komşu Guyana'yla iyi ilişkiler tesis etmenin yollarını aramıştı.

Venezuela'da Bolivarcı iktidarı yeniden kuran Chávez, bu tavrıyla ülkesinin kurucu ilkelerine bağlı kalarak bölgede diğer ülkelere saldırma seçeneğini elemiş oldu.

Chávez'in ardından Maduro: Yayılmacılığa eğilim

Chavez'in ölümünün ardından devlet başkanı olan Nicolás Maduro'nunsa iç ve dış politikada daha farklı bir tavır takındığı görülüyor.

Ülkesinde ekonomik krizin baş göstermesiyle birlikte dışa göç dalgası ve iç siyasi kriz gibi meselelerle karşı karşıya gelen Maduro, komşu ülkelere karşı da daha sert bir tutum almaya başladı.

Maduro'nun Chávez dönemindeki sosyalizan politikalardan uzaklaşarak neoliberal politikalara yakınlaşmasıyla, dış politikadaki yayılmacı eğilim arasında da paralellikler bulunuyor.

Nicolás Maduro

Dış siyasetteki farklılık iç siyasette de kendini gösteriyor

Chávez ve Maduro'nun dış siyasetteki farklı tavırları ülkenin iç siyasetindeki tutumlarının da yansıması.

Dışarıda komşu ülkelere dönük barışçıl tavrını koruyan Chávez, iç siyasette de barışa dayalı anlayışını son dönemine kadar sürdürdü. İktidarı boyunca ülkede kamucu ve halkçı politikaları benimseyen Chávez, komünistlerle de ittifak içerisinde oldu.

Buna karşılık son dönemde ABD'nin yaptırımları karşısında bu emperyalist güçler "yeniden yakınlaşma" olanaklarını da gözetmeye çalışan Maduro, neoliberalizmle barışık bir çizgi izlemeye başladı. Chávez'in halkçı tutumundan da git gide uzaklaşmaya başlayan Maduro yönetiminin komünistlere dönük düşmanlığı da, komünist parti üyelerine suikast girişiminde bulunulmasına kadar vardı. Son olarak, Maduro'nun partisi Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV), Venezuela Komünist Partisi (PCV) adına sahte bir kongre düzenleyip parti yönetimine kayyım dahi atadı.

Ülkede bu yıl büyük bir skandal daha yaşandı. Venezuela'nın petrol şirketi PDVSA hakkında yolsuzluk iddiaları üzerine soruşturma açılırken, Maduro yönetimi söz konusu iddiaların üzerini örtme girişiminde bulundu. Maduro'nun bu girişimi, yolsuzluğu ortaya çıkaranları hapse attırmaya kadar vardı. Yolsuzluğu ortaya çıkaranları sahiplenenlerse Venezuelalı komünistler oldu.

Maduro'nun ülkede halkçı siyaset geleneğinden kopup ülkenin askeri burjuvazisinin çıkarına hareket etmesi gün geçtikçe daha da görünür oluyor.

Guyana'nın zenginlikleri: Değerli madenler ve petrol

Ormanlık alanların yoğun olduğu küçük bir ülke olan Guyana, altın, elmas ve boksit gibi maden kaynakları açısından oldukça zengin.

Bu madenlerin çok büyük bir bölümü, Venezuela'nın üzerinde hak iddia ettiği Essequibo bölgesinde çıkıyor. Zira, kıtanın üçüncü küçük ülkesi olan Guyana'da Essequibo bölgesi, ülkenin üçte ikilik bölümünü kapsıyor.

Bunca anlaşmazlığın üzerine yakın bir tarihte iki ülke arasına bir gerilim konusu daha girdi: Petrol.

ABD'li petrol şirketi ExxonMobil, 2015 yılında iki ülkenin de hak iddia ettiği bölgede zengin petrol yatakları keşfetti.

Geçtiğimiz ay ortaya çıkan bulgular sonucunda, Guyana'daki ham petrol miktarı 11 milyar varil oldu. Bu miktar, kişi başına petrol miktarı sıralamasında ülkeyi Kuveyt'in üstüne çıkaracak seviyede.

Guyana'da 63 sondaj projesine dahil olan ExxonMobil, ülkedeki günlük petrol üretimini 600 bin varile çıkardı. Bu miktarın 2027 yılında 1,2 milyona ulaşması bekleniyor.

Guyana

Venezuela'nın petrol üretim krizi

Diğer yandan, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Venezuela'nın petrol endüstrisi bugün ABD yaptırımlarına tabi durumda. Yaptırımlar nedeniyle petrol ihracatı büyük oranda kısıtlanan ülkede üretim konusunda da sıkıntılar yaşanıyor. Ülkedeki petrol üretimi son 10 yılda günde 3 milyon varilden 400 bin varile kadar düştü.

Guyana'nın sınır için uluslararası mahkeme başvurusu ve referandum

Exxon'un petrol girişimleri, Venezuela'nın elindeki en büyük silah olan petrol konusunda elini daha da güçten düşüreceği gerçeği nedeniyle, tarihsel gerilim bir kez daha yükseltti.

Guyana, Venezuela'yla sınır geriliminin yeniden ortaya çıkması üzerine konuyu 2018 yılında Uluslararası Adalet Divanı'na (ICJ) taşıdı. ICJ, 2023'te aldığı kararla, kendisini konu üzerine yetkili ilan ederek, mevcut sınırların yasal olarak belirlendiğini duyurdu.

Maduro hükümetinin bu ayın başında yaptığı 5 soruluk referandumda, konuya ilişkin soru da yer aldı. Referandumda, Venezuela halkına ICJ jürisinin kararının kabul edilip edilmediği soruldu.

Guyana, söz konusu referanduma itirazını dile getirirken, Maduro, referandumdan çıkan yüzde 95 oranındaki evet oyunu arkasına alarak ICJ'nin kararını tanımadığını ilan etti. Maduro'nun Essequibo bölgesine dair açıkladığı 9 maddelik eylem planı arasında tartışmalı bölgede petrol şirketlerinin sondaj çalışmasını engellemek de yer alıyor.

Bu kapsamda, bölgedeki petrol şirketlerine, faaliyetlerine son vermelerine dair 3 aylık ültimatom verilerek boykot tehdidinde bulunuldu. Bununla birlikte, Maduro, Venezuelalı şirketlerin bölgede sondaj yapması için lisans verilmesini istedi. 

Maduro, ayrıca Essequibo bölgesini de kapsayan yeni bir devlet kurulması gerektiğini ilan ederek, bölgenin Venezuela'ya ait olduğunu gösteren bir harita yayınladı. Bölgede nüfus sayımı yapılacağını da kaydeden Maduro, bölgede yaşayanların Venezuela'nın sağlık ve eğitim sistemi kapsamına alınacağını bildirdi. Bölgeye dair çeşitli kalkınma ve çevre projeleri de sunan Maduro, buna ek olarak sınır bölgesine yeni bir askeri birlik gönderdi. 

Guyana ABD'yle hareket edecek

Buna karşılık Guyana, Venezuela'nın bu hamlesini bir "varoluşsal tehdit" olarak niteledi. ABD'yle ortak askeri tatbikat hazırlığı yapmak üzere -gücü Venezuela'nınkiyle kıyaslanamayacak kadar küçük- ordusunu harekete geçiren ülke, Essequibo bölgesinde askeri üsler kurulabileceğini kaydetti. Guyana'nın mevcut potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda, Venezuela tehdidi karşısında ülkenin güvenlik için ABD'yle yakınlaşması kaçınılmaz görünüyor.

Öne çıkan arabulucu: Lula

Yaşanan gerilime ilişkin ilk yorum yapan liderlerden biri Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva oldu. Lula, yaptığı açıklamada, "Güney Amerika'da istemediğimiz tek bir şey varsa o da savaş" dedi. 

Lula, meselenin bir askeri çatışmaya yol açmayabileceğini, ancak beklenmedik herhangi bir hamlenin durumu krize evriltebileceğini belirtti.

Brezilya lideri, ülkesinin de sınırı olduğu bölgedeki gerilim nedeniyle sınırlarda denetimleri de artırmış durumda.

İki devlet başkanıyla telefonda görüşerek, "tek taraflı" hamlelerden kaçınmaları için çağrı yapan Lula, taraflar arasında Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) tarafından yürütülen bir ön görüşmenin çağrısını yaptı. Lula, ihtiyaç halinde Brezilya'da da görüşmeler yapılmasını önerdi. 

Lula da Silva

Maduro'nun Guyana çıkışı: Yaklaşan seçimlerin etkisi

Öte yandan, Maduro'nun Guyana hamlesinin olası nedenlerinden biri de Venezuela'da yaklaşan seçimler.

2024'te yapılacak seçimler için Maduro, ülkedeki derin ekonomik kriz nedeniyle kendisine olan desteğin azalmasını istemiyor. Bu nedenle Maduro, doğal zenginlikleri yüksek olan ülkeye dönük hamlesiyle kaybettiği halk desteğini yeniden kazanmak istiyor olabilir.

ABD'de de seçimler yaklaşıyor: Trump için bir koz olur mu?

Bununla birlikte, ABD'de de başkanlık seçimleri 5 Kasım 2024'te yapılacak.

Başkanlık döneminde Venezuela'ya dönük saldırgan tavırlarıyla ve darbe girişimleriyle anılan Donald Trump'ın, bu seçimlerde yeniden aday olması bekleniyor.

Trump'ın, seçim kampanyası döneminde Venezuela'daki karışık durumu ve Guyana'daki petrol ve maden kaynaklarının Venezuela'ya kaptırılması ihtimalini Joe Biden yönetimine karşı bir koz olarak kullanması çok olası. Bu da Biden yönetiminin "şahin" bir çıkış yapma olasılığını etkileyebilir.

Sonuç: Doğal kaynaklar halka ait olmazsa dünya felaketine yol açıyor

Doğal kaynaklar bakımından zengin ülkelerin tarihine baktığımızda, apaçık bir gerçeklikle karşılaşıyoruz: Bu kaynaklar halka ait değilse tüm dünyanın birbirine girmesine yol açıyor.

Afrika'da modern tarihte yaşanan tüm iç savaş ve darbelere baktığımızda altında o ülkelerin maden zenginliklerini görüyoruz.

Ortadoğu'da süren savaşların en büyük nedeni, bölge ülkelerindeki petrol yatakları ve emperyalist ülkelerin oradaki ülkelerin iç siyasetine müdahale ederek bölgeye çökme girişimleri.

Yağma düzeni, dünya barışının karşısındaki en büyük engel. Hem ulusların içinde, hem de ulusların arasında son bulması gerekiyor.

Kaliforniya Altına Hücum Dönemi

Değerli madenlerin yağmalanmasına dair en ünlü örneklerden biri, 19. yüzyılda ABD'de büyük bir toprak sahibi olan bir Avrupalı'nın tüm varlıklarını kaybetmesine neden olan Kaliforniya Altına Hücum Dönemi.

İsviçreli Johann August Sutter, 1803 yılında dünyaya geldi. Çocukluk döneminde ülkesindeki bir yayınevinde bir çırak olarak iş hayatına başlayan Sutter, ilerleyen yıllarda bir kıyafet dükkanında tezgahtar olarak çalıştı. Evlendikten sonra bir dükkan işletmeye başlayan Sutter, borçlarından dolayı hapse girme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca eşini ve çocuklarını terk edip soluğu Amerika kıtasında aldı.

1834 yazında New York'a varan Sutter, Kuzey Amerika'nın birçok bölgesinde ticarete atılmasının ardından, 1839 yılında o dönem Meksika eyaleti olan Alta Kaliforniya'ya yerleşmek üzere bölgede oturma izni aldı. Eyalet valisi, tarım yapabilmesi için Sutter'a 500 bin dönüme yakın arazi hibe etti. Çok geniş bir toprağın sahibi olan Sutter, bölgede büyük bir siyasi nüfuza da sahip oldu. Topraklarına "Yeni İsviçre" adını veren Sutter, bölgeyi surlarla kapladı ve "Yüzbaşı" unvanı aldı.

O dönem ABD'yle savaşın etkisiyle Meksika'nın bölgedeki etkisi zayıfladı. Bölge, savaşın ardından tamamen ABD'ye bağlandı. Sutter, toprakların kendisinde kalması için ABD yönetimiyle anlaşma sağladı.

Sutter'ın bölgedeki kaderi, en güvendiği çalışanı James W. Marshall'ın burada altın bulmasıyla değişti. Sutter, altının bölgedeki varlığını bir süre gizlemeye çalışsa da, bir gazeteci burada bulduğu altını San Francisco'ya götürüp gazetesinde yayınladı. Haberin yayılmasından kısa bir süre sonra büyük bir insan kitlesi, toprakları işgal ederek Sutter'ın inşa ettiği birçok şeyi yok etti. 

Bölgedeki tüm varlığını kaybetmek istemeyen Sutter, kalan topraklarını oğlu Sutter Jr.'a devretti. Sutter, topraklarını devretmeden önce oğlunu etkilemek için bölgeden altın borçlandı, ancak Sutter Jr., babasından kalan altın borçlarını ödemekte güçlük çekti ve sonrasında borçlara karşılık tüm "Yeni İsviçre" bölgesini teslim etmek zorunda kaldı.