Ne kolaymış, “yeni sömürücü anayasa”da işbirliği; ne kolaymış Taksim deyip, Saraçhane’yi terk edip emekçileri alanlarda polisin baskı ve şiddetine bırakmak…  

Sömürücü düzeni meşrulaştıranlar

NATO, TÜSİAD, tarikat ve cemaatler, etnik gruplar, başkanlı rejimin siyasal iktidarı, meşruluğu tartışması kapatılıp kanıksanan başkan… Aynı siyasetin adları farklı siyasi partileriyle, sömürücü ve gerici ilişkilerle bir oyun kuruluyor; adına da demokrasi deniliyor.

Mayıs 2023 seçimlerinin şoku Mart 2024 seçimleriyle yumuşatılınca “uzlaşma” popüler oldu. Ne kolaymış, “yeni sömürücü anayasa”da işbirliği; ne kolaymış Taksim deyip, Saraçhane’yi terk edip emekçileri alanlarda polisin baskı ve şiddetine bırakmak…  

Hukukla ve hukuka dayanarak verilen yargı kararıyla sorunların çözülmeyeceğinin en yeni örneğini dün, 1 Mayıs’ta yaşadık. Anayasaya ve Anayasa Mahkemesi kararına karşın emekçiler “birlik, mücadele ve dayanışma” bayramlarını istedikleri yerde, istedikleri coşkuyla kutlayamadılar. 

Anayasa Mahkemesi dahi Taksim için emekçilerin tarihsel birikiminden söz ederken, sömürücülerin emekçilerden korkusudur bu. Taksime çıkma, çıkmama üzerine hiç laf dolandırmanın anlamı yok. TKP açık ve net açıkladı: Saraçhane’de gerçekleşen buluşma Taksim’e çıkma operasyonu değil, Taksim’in işçi sınıfı adına savunulmasıdır. İşçi sınıfına yasak konulmaz.

Emekçileri koz olarak kullanarak gösteri yapıp alanı terk edenler yeni bir sömürü anayasası için buluşacak.   

Anayasa’da Cumhuriyet var, yaşamda yok. Anayasa’da laiklik var, yaşamda yok. Anayasa’da kanun önünde eşitlik var, emekçilerin yaşamında yok. Anayasa’da hak ve özgürlükler var, emekçilerin yaşamında yok. Anayasa’da devrim yasaları güvence altında, uygulamada yok. 

Anayasa “herkes” diyor, sermaye sınıfının egemenliği yaşanıyor. Anayasa “kayıtsız ve koşulsuz ulusun olan egemenliğin kullanılması, “hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz” diyor. Seçimle geldi diye bir kişi, çok partili bir siyaset, dinsel örgütlenmeler, sermaye sınıfı egemenliği kullanıyor. Bu sıralama uzayıp gidiyor. 

“Demek ki sorun anayasada değil” söylemini doğrulayacak karar ve uygulamalarla ve de muhalefetin mütevaziliğe sığınan göz yummalarıyla yaşıyoruz. Bu durum anayasanın sınıfsallığını yadsıyarak “en iyi anayasa” örneklerini yazmakla aşılacak bir sorun değil. 

Siyasal iktidar ve Meclis içi siyaset, düzen içi siyaseti de yanına çekerek “yeni anayasa”yı öne çıkarırken, aşılmasını istemediği sorunları yaşatmak ya da kendi politikaları doğrultusunda onarmak istiyor. Asıl aşılması istenmeyen ise sermaye sınıfının sınırsız tahakkümü ve gereksinim duydukça yanından ayırmayacağı gericilik.

Yeni denilen anayasa, toplumun geniş kesimini oluşturan emekçilere, sömürülenlere, ezilenlere dayanıyor mu, onların hak ve özgürlüklerine, huzur ve esenlik içinde yaşamalarına, piyasanın ve gericiliğin altında ezilmelerine, ekonomik ve sosyal güçlerine çözüm üretiyor mu? 

Bu sorulara yanıt vermeyen anayasa kağıt üzerinde kalır. Bu sorulara yanıt da anayasayla verilmez, ekonomik ve toplumsal yaşam tarzıyla verilir. Yazmak ve uygulamak için gerekli ilişkiler ve koşullar yaratılmadan halkın anayasası oluşmaz.         

5 Mayıs’ta anacağımız ve onuncu Hukuk Ödülleri törenini yapacağımız* Sevgili Halit Çelenk’in vurguladığı gibi: “İnsanlık tarihine baktığımız zaman görüyoruz ki, köleci dönemden bu yana siyasal iktidarı elinde bulunduran güçler; emirler, fermanlar, kararnameler, yasalar çıkarmışlar, temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını korumuşlar ve emeği ile geçinen halk yığınları üzerinde bir baskı rejimi kurmuşlardır.  Emirler, fermanlar, kararnameler ve yasalar biçiminde oluşan bu kurallar, insana, onun hak ve özgürlüklerine gereken değeri ve yeri vermemişlerdir.”

Halit Çelenk bu nitelikteki kurallar yığınına “hukuk” adı verilmeyeceğini söylüyor. Benzetmeyle devam edersek, emekçileri sömürücü düzenle uzlaştırmaya kalkışanların yaptıklarına da “mücadele” adı verilmez.

Yeni anayasa ve hukuk reformu söylemleri, bu girişimler için Meclis içi siyasi partilerin buluşmaları ve uzlaşma çabaları bir yanıyla emekçileri kandırmaya ve uzlaşmaya iterken diğer yanıyla sömürücü düzeni meşrulaştırmaya yöneliyor.

Sömürücüler ve siyasal temsilcileri, emekçilerin gözlerinin içine baka baka hukuk dedikleri belgelerle, demokrasi dedikleri yönetim biçimiyle insanlığı, ilerlemeyi, aydınlanmayı, devrimciliği, toplumculuğu yok etme, bireyselleşme yanılsamasıyla sömürüyü ve gericiliği yaşatma peşindeler. 

Sorun, kendi dayanakları olan Anayasayı bile uygulamayan, hukuksuzluğu yönetim tarzı olarak gören siyasal iktidarla yeni anayasa yapmaya girişmemekten öte bir bütünsellikle okunmak zorunda. 

Özelleştirmecilerin, NATO’cuların, sermaye sınıfı egemenliğine ses çıkarmayanların, yaşamaması gereken tarikat ve cemaatlere göz yumanların, piyasacılık ve gericilik ortaklığıyla emekçileri baskı altında tutanların işbirliğinin emekçilere, sömürülenlere yararı ya sahte ya da geçici oluyor. 

Kapitalizm emekçileri kuşatma altında tutuyor, geçici nefesler adı üstünde geçici. Emekçilerin savaşımlarıyla kazanılanların sonuçta sermayenin kontrolünde tutulması da kuşatmanın bir parçası.

Bu düzende polis devletinden, kanun devletinden kurtulup hukuk devletine geçmek yetmiyor. Hukuk devletini sermaye sınıfı egemenliğinden, toplumu da sömürüye dayalı ilişkilerden kurtarmak gerekiyor. 

Sahteliği ve geçiciliği görüp, sömürüye dayalı tüm ilişkileri ortadan kaldıracak savaşımı vermek emekçilerin örgütlü savaşımını bekliyor.   

* 5 Mayıs Pazar günü saat 17.00’de Türkiye Barolar Birliği Av. Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezinde (Av. Özdemir Özok Sokak No:8 Balgat/Ankara) yapılacak 2024 Halit Çelenk Hukuk Ödülleri törenine tüm dostları bekliyoruz.