Milli eğitim bakanı ha babam ha konuşuyor. Bakan olalı 2 yıl 2 ay kadar oldu ama konuşmalarını bir araya getirseler, birkaç kitap doldurur. Ancak çoğu kez (Allah için) güzel konuşsa da, icraatları söyledikleriyle uyuşmuyor.

Olmuyor, olmuyor!

Milli eğitim bakanının "konuşma" konusunda da cesur olduğu görülüyor. Ha babam ha konuşuyor. Bakan olalı 2 yıl 2 ay kadar oldu ama konuşmalarını bir araya getirseler, birkaç kitap doldurur. Yandaş gazeteler onun sayesinde (unutmayalım bir de hazine bakanı var) haber bulmakta sıkıntı yaşamıyor. Ancak çoğu kez (Allah için) güzel konuşsa da, icraatları söyledikleriyle uyuşmuyor.

Örneğin bakanlığının ilk ayında, “Okullar arasında eşitsizliği azaltmak gerekiyor” diyor (Cumhuriyet, 11 Ağustos 2018). Sonra ne yapıyor? Ortaöğretime geçiş sürecinde liseleri nitelikli-niteliksiz liseler olarak iki gruba ayırıyor. Nice tanınmış Anadolu lisesini nitelikli saymıyor, her yıl daha fazla imam hatip lisesini nitelikli lise kategorisine alıyor! Örgün eğitimin hiçbir şekilde eşdeğeri olmayan açıköğretimi, zorunlu öğretimin bir parçası olarak uygulamaya devam ediyor!

Bakan, “Atatürk'ü bu ülkenin kurucu lider olarak görüyorum. Onun bizim hep gölgesinde durduğumuz bir ağaç olmasını istiyorum. Benim tavrım bu. Çocuklarımızın insan olarak Atatürk ile tanışmasını istiyorum” diyor (Sözcü, 12 Ağustos 2018). Uygulanmakta olan müfredatın ve kullanılan ders kitaplarının bu söylemle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmuyor.

Bakanlığının ikinci ayında, “Çocuğun hakkı pazarlık konusu olamaz, olmamalı. Öğrencinin, öğretmeninden öncelikle beklediği sevgi ve saygıdır. Öğretmenin omuzlarında yükselmeyen sistemin tarihte yeri yok. … Çocuklarımızı çift kanatlı yetiştireceğiz. Bunlardan biri bilim, öbürü erdem, ahlak. Öğretmenlerin daha iyi yetişmiş bireyler olarak sistemimize girmesini sağlamak için büyük çaplı öğretmen eğitimi projeleri başlatacağız. Bu sadece bilimsel çalışmalar anlamında değil, öğretmenliğin binlerce yıldır değişmeyen, sanat, ustalık yönü var. Çocuğa gülümsemenin, merhametin adı aslında sanattır” diyor (Birgün, 3 Eylül 2018). Beş gün sonra 8 Eylül 2018’de düzenlediği ‘2023’e Doğru Türk Eğitim Sistemi-Bulma Konferansı’nda da, “Gelin hep beraber bu ülkeyi aklın, bilimin, gönlün merkezi yapalım ve medeniyete yeni bir filiz için muhafaza ettiklerimizin zehrini akıtalım. Çocuğumuzu sevdiğimiz kadar çocuk kavramını da sevelim. Öğretmenlere sahip çıkalım ki çocuklar onların vesilesiyle özgür akla koşsunlar” diyor.

Çocuğun hakkı pazarlık konusu olamaz” dese de, imam hatiplerle açıköğretimin zorunlu öğretim sayılmasıyla, "nitelikli liseye" giremeyenlerin gitmek zorunda bırakıldığı okulların niteliğiyle, pandemi sürecindeki tutumuyla çocukların hem öğrenme hakkı hem de yaşam hakkı pazarlık konusu oluyor.

Evrim kuramı olmayan, bilimsel derslerle güzel sanat derslerinin yetersiz olduğu bir müfredatla “bilim, erdem, ahlak” denmesi bir işe yaramıyor. Hele uygulanmakta olan "toplumsal cinsiyet eşitliği projesi"ne son vermişseniz, her konuda ahkam keserken yandaş kurumlarınızda ortaya çıkan çocuk istismarı olaylarını görmezden geliyorsanız, “merhametten” söz edilmesi, “Çocuğumuzu sevdiğimiz kadar çocuk kavramını da sevelim” denmesi bir şey ifade etmiyor.

Aylarca ücretlerini alamayan özel okul öğretmenlerinin derdiyle ilgilenmiyorsanız, pandemi sürecinde veliden tam parasını alan ama öğretmenine tam maaş vermeyen özel okulları umursamıyorsanız, öğretmene akıl-almaz ek işler yüklemeye kalkıyorsanız, “Öğretmenlerin maaşı sisteme yük” diyorsanız, pandemi sürecinde onlar yokmuş gibi davranıyorsanız, “Öğretmenlere sahip çıkalım” demenin bir anlamı olmuyor. 

Nitelikli liselere giremeyen yoksul öğrencilere imam hatip ya da açık liseleri dayatan bakanın, “Öğrenci istediği dersleri seçecek” demesi ise (Hürriyet, 18 Mayıs 2019) acıklı komedi oluyor. 

Türkiye Özel Okullar Derneği’nin 30 Ocak-2 Şubat 2019 tarihlerinde düzenlediği ‘eğitim ve etik’ başlıklı sempozyumun açış konuşmasını yapan bakan, “… eğitim bir mutabakat işidir. Eğer toplumsal mutabakat olmazsa, eğer toplumsal olarak biz bu meseleyi bir millet ödevi olarak dikkate almazsak, o zaman bizim milletleşme ve dünyayla yarışma noktasındaki zafiyetimiz ortaya çıkar” diyor! Doğru da söylüyor. Hatta bu söylemle günümüzdeki durumu da açıklamış oluyor. Ancak uygulamada, piyasacı ve gerici içerikli toplantıları kaçırmazken bilimsel ve laik eğitimi ele alan hiçbir toplantıya gitmiyor. Düzenlediği çalıştaylara yandaş kuruluşların alayını çağırıyor; zorunlu çağrılması gerekenlerin dışında hiçbir demokratik kuruluşu çağırmıyor.

Bakan, “Dünyanın en iyi dijital eğitim alt yapısını kuruyoruz. Çok iddialı olarak söylüyorum. Uzaktan eğitimde dünyadaki 3-5 ülkeden bir tanesi Türkiye. Bu hizmetin genişleyerek yüz yüze eğitime geçildiğinde de sürekli biçimde devam edeceğinin müjdesini vermek isterim” diyor (18 Eylül 2020). Ancak bakanın övündüğü sistem, uygulandığı ilk gün çöküyor. Bakanlığın örgün eğitimde de, uzaktan öğretimde de yeterli hazırlık yapmadığı ortaya çıkıyor. Bakan istifa edeceğine, “Bu bizim için mutlu bir haber” deme cesaretini(!) gösteriyor.

Lafla peynir gemisinin yürümediği görülüyor!

Konuşmalarını derlemek için harcadığı zaman ve emek nedeniyle doğru işlere zamanı kalmıyor desek, olmuyor! Çünkü piyasacı ve gerici anlayışla doğru-sağlıklı, çağdaş, birey, toplum, emek ve doğa yararına- işler yapma olanağı bulunmuyor. 

Türkiye Özel Okullar Derneği’nin 30 Ocak-2 Şubat 2019 tarihlerinde düzenlediği toplantıda bakanın, “Eğer biz, bir bilgiye sahip olduğumuz halde bunun aksi istikametinde bir görüş sergiliyorsak, burada bir etik sorunu var demektir” demesi, esasında her şeyi açıklıyor. 

[email protected]