Bir halkın gündemi vardır bir de iktidarın. Bunlar, iktidarın halkın ekonomik gündemine, kültürel kotlarına hitap edebildiği zamanlarda kesişir.

Gündem çarpıtma?

Bir halkın gündemi vardır bir de iktidarın. Bunlar, iktidarın halkın ekonomik gündemine, kültürel kotlarına hitap edebildiği zamanlarda kesişir. Ama bir sermaye iktidarı ile emekçi halk kitlelerinin gündemi, sınıf karşıtlıklarının doğası gereği, genellikle ayrıdır. Kültürel çakışmalar da, uzayan ekonomik/ toplumsal bunalımlar karşısında başlangıçtaki çekiciliğini yitirmeye başlar. Bu konularda yapılacak zorlamalar da, çekirdekteki radikal unsurlar dışında, artık seçmen kitlesinin desteğini alamaz.

Bugünlerde iktidarın gündeminde Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi, yargının üçüncü ayağı olan Baroların bölünerek etkisizleştirilmesi var. Bunları yapay gündemler veya gündem çarpıtma yolları olarak tanımlamak çok sığ ve kolaycı yaklaşımlar olur. Ayasofya gibi kısmen gündem çarpıtma aracı olarak kullanılan bir mesele bile iki nedenle AKP genel gündeminin parçasıdır: Bir, AKP'nin içinden yükselen sesleri ve daha radikal çıkışları denetim altına almak; iki, Cumhuriyet kurucularına ve Cumhuriyet'in kültürel kotlarına saldırmanın yeni bir simgesel işaretini -üstelik din/fetih/vakfiye zırhı arkasında- toplum gündemine sokmak; Osmanlı hukukuna referanslarla bir anlamda Medeni Kanunu tartışılır kılmak...

Oy tabanı daralırken, partisi içinde ideolojik tutkal aşınırken, radikal dinciliğin en geri ideolojik çekirdeğine adeta yem atmak ve bu çekirdek üzerinden partiyi suskunlaşmış/hedefsiz kalmış bir ataletten sıyırmayı planlamak, hafife alınacak hamleler değildir. Gerçi bu hamlenin arkasında Millet İttifakı'nın uyumuna çomak sokmak veya onu daha fazla sağa kaymaya mecbur bırakmak hedefi de herhalde vardır. Şimdilik, "çok şükür", uyum bozulmuş değil; ama bu ittifakta sağa doğru yarışın -tuzağa düşmeme takıntısındaki CHP'yi de kapsaması nedeniyle- ikinci amaç yönünde sıkı bir hamle daha başarılmış görünüyor. "Olası" bir iktidar değişiminde, muhalefet ittifakından bugünkü iktidarın Cumhuriyet düşmanlığıyla suçlanması tehlikesi adım adım bertaraf edilmiş oluyor.

AKP'nin Türkiye iç siyaset bakımından bu tür simgesel tutamaklarla beslenmesinin önemi de küçümsenmemeli. Özü itibariyle artık fiilen tarihe gömülmüş Cumhuriyet rejimine karşı hâlâ düşmanlık yapılması da anlaşılmaz bir tutum değil: Cumhuriyet'in çökertildiği/dönüştürüldüğü halkın bilincinde yer etmiş değil, üstelik Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'e olan bağlılık da bitirilmiş değil. Kaldı ki, siyasal İslamın oy tabanı daralmakta. Yani ideolojik sertliğin nedenleri var. Dolayısıyla bu rövanşist saldırıların süreceğini, fırsatı oluştuğunda sıradaki simgesel hedeflere (örneğin başkentin Ankara'dan İstanbul'a taşınması hedefine) yürümeye devam edileceğini düşünmek gerekir. 

Ayasofya konusuna dönersek, idari kararla yapılabilecek statü değişikliğinin Danıştay eliyle önce yargıya (hem de oy birliğiyle) tescil ettirildikten sonra yapılması, üstelik davalı idare olan Cumhurbaşkanlığının savunmasının, davacı tarafın talebinin -idarenin teamülüne uygun olarak- reddedilmesini istemesi; buna karşılık Danıştay'ın iptal kararını bir üst mahkeme olan Danıştay Davalar Kurulu'na temyiz etmemesi ve Cumhurbaşkanının kendi temsil ettiği idarenin değil Danıştay'ın kararını destekleyen din temelli siyasi demeçlerini (özellikle 11 Temmuz tarihli Ulusa Sesleniş konuşmasını) fütursuzca sürdürmesi gibi örnekler, çifte stardardlı/takiyyeci tavır alışların hepsinin birden sergilenmesi anlamına gelmiştir. Sonuçta dış aleme karşı "ne yapalım bu bir yargı kararıdır, bizde yargı bağımsızdır" demagojisinin arkasına sığınmayı ve sanki salt hukuki düzlemde alınmış bir karar görüntüsü vermeyi amaçlayan önlemler alınmış, iktidarın meşruiyet zeminini koruyacak güvenlik supapları çalıştırılmıştır. 

Baro düzenlemesi ise AKP'nin daha derin gündemidir. Bunu TMMOB ile TTB, Eczacılar Birliği gibi sağlık meslek kuruluşlarının izlemesi beklenmelidir. Burada, açık faşizme yönelen bir rejimin her türlü demokratik kitle örgütünü ele geçirme, bölerek seslerini kısma ve fiilen tasfiye etme, kendine göre "ayrık otlarını temizleme" niyetlerinin dışavurumu vardır. Bağımsız ve kamu yararına odaklanmış bir TMMOB'nin etkisizleştirilmesi ayrıca sermaye sınıfının, özellikle de iktidara daha yakın yağmacı kesiminin de talepleri içinde yer alır. İktidarın bu derin ve işlevselci gündemini özellikle bugünlerde gündeme getirmesinin arkasında elbette mevcut ekonomik kriz (akut istihdam ve geçim krizi) koşulları vardır. Bu anlamda gündemi bir yana bükme özelliği de taşır; ama bu tâli  duruma bakarak bu öne alınmış gündemi "yapay gündem" olarak nitelendirmek tam bir öngörüsüzlük olur. 

Asıl çarpıtma işgücü verilerinde

İktidarın ikinci işi, ekonomik verileri çarpıtarak "aslında işler o kadar da kötü değil, hatta iyiye gidiyor" türünden bir karşı saldırıya geçerek gündemi bunun üzerinden yeniden inşa etmek oluyor. Sabit sermaye yatırımlarının, istihdamın uzun süredir geriliyor olmasını sözüm ona perdelemek üzere, "yılbaşından bu yana 583 üretim tesisi  açıldı" üzerinden olsun (Türkiye boyutunda bir ülkede her zaman yeni açılan şirketler olur; oysa TOBB'un açıklamasına göre, Mayıs'ta kurulan şirket sayısı bir önceki Mayıs ayına göre yüzde 48 düşmüş; kapanan şirket sayısı da yüzde 23 artmıştır); çarpıtılmış işgücü istatistikleri üzerinden olsun; ikinci yarıda "büyüme hedeflerine ulaşacağız" türünden hayal tacirliği üzerinden olsun, algıları tersine çevirme operasyonu pervasızca sürdürülüyor. Şimdi yeni yanıltmalar gündemdedir: Sanayi üretim endeksi Mayıs'da baz etkisiyle aylık olarak yüzde 17,4 artmıştır; oysa Mayıs'ta yıllık olarak hâlâ yüzde 19,9 eksidedir (Bu veriler, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmıştır). İktidar şimdi hangi veriyi güzümüze sokacaktır dersiniz? Bunları eleştirmenin  muğlaklaştırılmış çeşitli suç tanımları içine sokulması da sürdürülecektir. 

İşgücü istatistiklerinde artık bayatlamış "şapkadan tavşan çıkarma" numaraları da sürdürülecek, istihdam ve işsizlik birlikte düşmeye devam edecek gözüküyor. 9 Temmuz 2020'de, yani işgücü istatistiklerinin açıklanmasından bir gün önce, TELE-1 programımda "işsizlik verilerinde Nisan'da da manipülasyon beklenmesi gerektiğini, Mart verileri için olduğu gibi işgücüne katılma oranlarının tekrar düşürülmesi üzerinden (Mart için yüzde 48,4 olan bu oranın mesela yüzde 47'ye çekilerek) istihdam krizinin tepe noktası olan Nisan'da bile işsizlik oranının aşağıya çekilebileceğini ifade etmiştim. Nitekim 10 Temmuz'da açıklanan Nisan verilerine göre tam da böyle oldu; işgücüne katılma oranı yüzde 47,2 olarak açıklanınca işsizlik oranı da yüzde 12,8'e gerileyiverdi! Oysa artık temel bir referans kaynağı olan DİSK-AR'a göre geniş tanımlı işsizlik oranı Nisan için yüzde 28,7'dir. (Hatta DİSK-AR'a göre, "eşdeğer tam zamanlı çalışma süreleri" üzerinden hesap yapıldığında, bu oran yüzde 52,2 olacaktır).

Peki iktidarın veri çarpıtmalarının toplumdaki etkisi beklediği gibi mi? Enflasyon konusunda Metropol Araştırma şirketince yapılan araştırmalar, AKP tabanının yüzde 75, MHP tabanının yüzde 90  oranında bu verilere inanmadığını gösteriyor. İşsizlik verilerinin güvenilmezliği konusunda da benzer kanılar yaygındır. İnsanların kendi hanelerinde, akrabalarında ve komşularında gözleriyle gördükleri istihdam çöküntüsünü, iktidarın çarpıtılmış verileri üzerinden olumluya çevirmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle dönemlerde, sahte gündemler yanında, rejime özgü bazı gündemleri kasıtlı olarak tam bu zamana denk getirmeler görülür. 

Ama daha fazlası, devletin zor gücünün kullanılması ve özellikle RTÜK üzerinden bağımsız medyanın sorgulayıcı yayınlarının engellenmesidir. Bu arada, gazetecilerin, siyasetçilerin, sanatçıların, hatta bazı sermayedarların soruşturulması ve tutuklanması da, 20. Yüzyıl faşizmlerinden beri çok iyi bilinen gözdağı operasyonlarının parçasıdır.

Sonuç

İktidar için söylenir ama muhalefet için de doğrudur: Muhalefet yakınma yeri değildir. Siyasi muhafelette olmak, geleceğin inşası sorumluluğundan kaçınmanın bahanesi olamaz. Cumhuriyet ve Aydınlanma düşmanlığı üzerinden yeni bir rejim inşasına girişenlerin gündemine hapsolma yeri olamaz. Sürekli kale surları içine çekilerek ve kale burçlarından kafasını bile çıkarmadan kuşatmanın kalkmasını bekleyerek zafere ulaşılamaz. İktidardan korkarak iktidara ulaşılamaz. Muhalefeti gerçek bir muhalefet yapacak şey, gündem belirleme gücü olacaktır. Bu da ancak yeni bir toplum projeniz varsa mümkündür.