Türkiye'de bütçe açıklarının arkasındaki neden, emekçiler başta olmak üzere halkın geniş kesimlerine yapılan sosyal destekler değildir. İktidarın ibresi sadece sermayeye dönüktür. Bu nedenle de 2020'nin ilk yarısındaki bütçe açığı, olması gerekenin çok altında tutulabilmiştir.

Bütçe verileri ne anlatıyor?

Geçen hafta açıklanan Haziran ayı verileriyle birlikte 2020 Bütçesinin ilk yarı görüntüleri ortaya çıkmış oldu. Nasıl ki işgücü istatistiklerinde en fazla ilgiyi işsizlik verileri çeker, bütçe sonuçlarında da kamuoyunun dikkati bütçe açıkları üzerinde toplanır. 2020 yılı Ocak-Haziran dönemi bütçe açıklarının 109,5 milyara ulaşması ve böylece yılsonu hedefi olan 139 milyara hayli yaklaşmış olması, yorumların merkezine oturuverdi. En kolay yöntemle bu açığı ikiyle çarpıp yılsonunun 220 milyar TL civarında (?) bir açıkla kapatılabileceği dillendirilmeye başlandı.

Çoğunluk kesim açığın yüksekliği üzerinden yorum yaparken, bizim görüşümüz bu açığın olması gerekene göre oldukça düşük kalmış olduğu yönünde oldu. Sadece öngörülen ve gerçekleşen açıkların karşılaştırması bile, bunların arasındaki açıklığın pandemik kriz koşullarına rağmen çok yükselmediğini gösterir. Kaldı ki, geçen yılın aynı döneminde 78,6 milyar TL açık verildiğine göre, açıktaki artış sadece yüzde 39'dur.

Salgının Türkiye'ye "resmi giriş" yaptığı ve karantina süreçlerinin başlatıldığı Mart ayında bizim yılsonu bütçe açığı tahminlerimiz aslında çok daha yüksekti. Çünkü, birincisi, hem vergi matrahlarının oluşmaması veya daralması hem de vergi tahsilat/tahakkuk oranlarının düşmesi beklentileri bakımlarından vergi gelirlerinin çok önemli ölçüde aşınacağı öngörülebilirdi. İkincisi, çok sayıda işyerinin kapatılması ve çalışanların önemli bir bölümünün evlere kapanmaya zorlanmasının doğuracağı bir başka sonuç, karagün koşullarında devletin sosyal yönünün mecburen devreye girmesi yani sosyal yardımlar ile ekonomik destek harcamalarının (ve elbette işsizlik sigortası ve türevlerinin) hızla artması, böylece bütçe öngörülerini önemli ölçüde aşan bir gider bütçesi oluşmasıydı.

Bu öngörüler gerçekleşmedi. Bütçe gelirleri 2020'nin ilk 6 ayında, 2019'un ilk 6 ayına kıyasla, yüzde 12,9 oranında; vergi gelirleri ise yüzde 9,2 oranında arttı. Ama zaten 2020 yıllık bütçe tahminlerinde gelirlerin yüzde 11,7, vergilerin ise yüzde 17,5 artması öngörülmüştü. Türkiye'de sanki ağır bir pandemik kriz koşulları yaşanmıyor gibiydi. Daha doğrusu, ağır kriz koşullarına rağmen devlet vatandaşın boğazını ağır ve ağırlaştırılan dolaylı vergilerle (bu arada yeni bir araç olarak gümrük vergilerini de kullanarak) iyice sıkmış görünüyordu. Bu, sosyal devletin tam zıttında yer alan AKP devlet yapısının yeni bir dışavurumuydu.

Bütçe giderleri açısından bakıldığında, 2019'un ilk 6 ayına kıyasla 2020'de yüzde 17,3'lük bir artış olduğu görülmekte. Oysa 2020 yıllık bütçe tahminlerinde bu artış zaten yüzde 14 olarak öngörülmüştü. İlk yarıyıl gerçekleşmesinde sıradan bir sapmadan fazlası ortada yoktu, kaldı ki yılın ikinci yarısında telafi bile edilebilirdi!

***

Açığın 2020'de görece artışında en fazla rol oynayan etkenin SGK açıklarının büyümesi, dolayısıyla bu Kuruma yönelik Hazine yardımlarının tırmanışıydı. SGK açıklarının büyümesi anlaşılamaz değildir: İstihdamda büyük bir geri çekilme yaşanmaktadır. Ayrıca, işverene yapılan teşviklerin önemli bir bölümü SGK primleri üzerinden yapılmaktadır. (Üstelik, eğer TBMM'de görüşülen yeni torba yasa aynen geçerse, ücretsiz izin uygulaması bir yıl daha, Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) yıl sonuna kadar uzatılabilecek; KÇÖ'den ve ücretsiz izin uygulamasından vazgeçen işverenlere ise 6 aya kadar gidebilecek bir prim desteği verilecek. Hem, sıkı durun, sigortalı ve işveren hissesi primlerinin tamamı, işverenlerin SGK'ya ödeyecekleri primlerden düşülebilecek!).

Türkiye'de 2020'de ve önümüzdeki yıllarda yaşanacak bütçe açıklarının giderek artan bir bölümünden, SGK açıkları yanında, sermayenin çeşitli kesimlerine kamu bankalarından yapılan kredi desteklerinin yol açacağı kamu zararlarının Hazinece karşılanması; geçiş garantili ve dövize endeksli "yap-işlet" türü altyapı yatırımlarından ve Kamu-Özel İşbirlikleri üzerinden gelmeye devam edecek yüklerin tırmanması sorumlu olacaktır.

Türkiye'de bütçe açıklarının arkasındaki neden, emekçiler başta olmak üzere halkın geniş kesimlerine yapılan sosyal destekler değildir. İktidarın ibresi sadece sermayeye dönüktür. Bu nedenle de 2020'nin ilk yarısındaki bütçe açığı, olması gerekenin çok altında tutulabilmiştir.

***
Bunun daha iyi farkına varılabilmesi için, sosyal devlet uygulamaları genelde Avrupa'ya kıyasla çok geriden gelen ABD örneğini alalım. Trump, bugüne dek 3 trilyon dolarlık bir teşvik paketini uygulamaya koymuştur. Tabii asıl derdi ekonominin çarklarının yeniden döndürülmesi için sermayenin teşviki ve sonbahardaki seçime daha olumlu bir tabloyla girilmesidir. Bununla birlikte, krizden derin bir biçimde etkilenen halka yapılan gelir destekleri de seçim yılı içinde olmanın etkilerini taşımıştır.

Sonuçta bütçenin ilk 9 ayı sonuçları (Bütçe yılı ABD'de Ekim'de başlar; dolayısıyla 9. ay Haziran 2020 olmaktadır), bütçe giderlerinin yüzde 49 artışla 5 trilyon dolara çıktığını, bütçe gelirlerinin ise yüzde 13 azalışla 2,2 trilyon dolara indiğini göstermektedir. Bu, 2,7 trilyon dolarlık rekor bir bütçe açığına (Türkiye milli gelirinin dört katına) karşılık gelir. Oysa geçen yılın aynı döneminin bütçe açığı sadece 747 milyar dolar düzeyindeydi (tabii gene bizim yıllık milli gelirimiz kadar). ABD bütçe açığının zirvesi Haziran 2020'de yaşanmıştır: 864 milyar dolar! (Geçen yılın aynı ayında 8,4 milyar dolar).

ABD açıkları bizi kaygılandıracak konu değildir. Kaldı ki ulusal parasının dünya parası da olması üzerinden senyoraj haklarına sahip bir ülkenin mali sorunları, Türkiye gibi bir çevre ülkesinin mali sodrunlarıyla karşılaştırılabilir türden değildir. Ama buradaki muradımız, tutucu Trump yönetiminde bile 2019'a kıyasla hangi devasa araçların devreye sokulduğunu göstermek; Türkiye'nin bütçe açığının niçin olması gerekenin çok altında kaldığını vurgulamaktır sadece. (Bu açığın hangi yollarla finanse edilebileceği bu yazının konusu değildir).

***
Gerçi Türkiye bütçesinin çaldığı alarmlar yok değildir ama bunlar 2020 öncesinden birikip gelmektedir. Bütçe açıklarının da beslediği kamu iç borçlanmasının artışına koşut olarak bütçe faiz giderleri hızlı bir artış eğilimindedir. Örneğin bu yılın ilk yarısında geçen yıla kıyasla yüzde 40,4'lük bir artış göstermiştir. Faiz giderinin vergi gelirlerine oranı bu yılın ilk yarısında yüzde 21,2'yi bulmuştur. Vergilerin faiz-dışı giderleri karşılama oranı da geçen yılın ilk yarısında yüzde 71'den bu yılın ilk yarısında yüzde 68'e gerilemektedir.

Daha önemlisi, faiz giderleri hiç hesaba katılmasaydı dahi bütçelerin artık açık veriyor olmasıdır. 2019 ilk altı ayında 27,8 milyar lira olan bu birincil açık, 2020'nin aynı döneminde 38,2 milyar liraya yükselmiştir. Yıllardır, IMF programlarının sıkı uygulayıcısı olarak, faiz dışı fazla (birincil fazla) vermekle (dolayısıyla dış ve iç borç ödeme kapasitesini sürdürmekle) övünen maliye/ekonomi yönetimi, şimdi önemli bir açık sorunuyla karşı karşıyadır. Kaldı ki, kamu kesimi açıkları bütçe açıklarından ibaret de değildir.

Dış açık ve iç açık sorunlarının birleşmesi ise, Türkiye'nin uluslararası kırılganlığını pekiştirici bir rol oynamaktadır.