'Baş'ların ahlakı tehlikelidir. 'Baş'ların ahlakı eşitsizlik üzerine kurulmuş bir sistemi idame ettirmek gibi gizil bir amaca sahiptir.

Başlar, ayaklar ve ahlak

Tekel eylemleri sırasındaydı; o dönemin Başbakanı “Ayaklar baş olursa dünya başımıza yıkılır” demişti. Yıkılır mıydı? Önemli olan bu değildi herhalde. Önemli olan yürütmenin başına anayasal bir seçimle gelmiş kişinin emekçileri “ayak”, kendisini ise “baş” olarak görmesiydi. Ayaklar ayak olarak kalmalıydı, başlar ise baş. Peki kimin ayak kimin baş olacağına kim karar verecekti? Ya da bir gün ayaklar ayak olmaktan, emir almaktan, pasif kalmaktan, yükü taşımaktan usanırlarsa ne olacaktı? Ama bu sorular da önemsizdi. Önemli olan o zaman Başbakanın anayasa önünde eşit vatandaşlık ülküsünün bir yalan olduğunu itiraf etmiş olmasıydı. Ekonomik eşitsizlik var ise siyasi eşitlik iddiası martavaldan öte bir şey değildi. 

Ekonomik ve siyasal eşitsizliklerin ekonomik ve siyasi yapılanmanın temelini oluşturduğu toplumlarda bir tür gözü açıklık ve yaygın pragmatizm hayatta kalmanın ve daha fazlasına ulaşabilmenin en elverişli yollarıdır. Dolayısıyla bu türden toplumlarda ahlaki erdemleri ayakta tutmanın ve gündelik hayatta norm haline getirmenin bir yolu yoktur. Görünüşte yaygın ahlaki tutumlar özünde ahlaksızlığın perdesidirler. Kapitalizmde ahlak arayışı imkansız olana dönük bir arayıştır. Doğuştan eşitsiz başlayan bir yarış içinde altta kalanın siyaseten eşitlik masalına uzunca bir süre inanması beklenemez. Siyaseten eşitlik ancak ve ancak toplumsal hiyerarşide yukarıdaysanız, “baş” iseniz anlamlı bir mevzidir. Dolayısıyla bu mevziyi “baş”lar tutar, altta kalan pasif bir nesneye dönüşür. 

“Baş”ların ahlakı her şeyin olduğu gibi kalması gerektiğini söyler, neden söylemesin ki? Örneğin düzinelerce işçi çalıştıran ve işçilerine sadece asgari ücreti reva gören patronumuz eğer SGK primlerini yatırıyorsa, vergisini de ödüyorsa, göğsünü gere gere “harama el uzatmadım, yetim hakkı yemedim” diye caka satabilir. Asgari ücret bir insanın ve ailesinin insanca ve onurlu bir yaşamı sürdürmesine yetemeyecek derecede düşükmüş, ne gam! O belirlemedi ki. O haşmetlü devletin asgari ücret komisyonunun hak diye gördüğünü teslim etti. Dolayısıyla ahlakın emrettiğini yerine getirmiş oldu. Vicdanının sızlaması için hiçbir neden yok. 

Anglo-Amerikan şirket kültürü özel sektörü iyice ele geçirdi. Buradaki insan kaynakları müdürleri ve sorumlu görevlerde bulunanlar da aslında ücretle çalışan kimseler. Ancak yukarıdan emir geldiğinde ücret farkı dışında kendileriyle aynı kaderi paylaşanları, onlar gibi sermayenin tahakkümüne teslim olmuş olanları seçerek işten çıkartırlar. Ancak bu da kesinlikle gayrı-ahlaki bir tutum değildir. Çünkü işgal ettikleri konumun gereği olan görevlerden biri de budur. Üstelik bunun için ücret almaktadırlar. Neticede utanmalarını gerektirecek bir durum yoktur. Ahlaken gerekli olanı yapmışlardır. Ahlak göreve ve işverene sadakati gerekli kılar. 

Greve giden işçiler yemek yedikleri kaba pislemiş olurlar, zamane ahlakı böyle söyler. İş güvenliği için gerekli adımları atmayı patronun keyfine bırakan sistem, patron maliyetleri kısayım diye bu adımları atmadığında patlayan iş kazalarına işin doğasında var demeyi ahlaki bulurken, buna isyan eden işçileri ahlaksızlıkla suçlayabilmektedir. Büyük bir çabayla ve yüklü kamu kaynağıyla yetiştirilen öğretmen adaylarının hemen kadroya atanma isteklerini şımarıkça bulan sistem, garantili anlaşmalar yaptığı için köprü ve hastane işletmecisi firmalara zembille para ödemeyi ahlaki bulmaktadır. Sadece aç olduğu için simit çalan küçük çocuğu bile hapse atan sistem, vergisini ödemek yerine pusuya yatarak zırt pırt çıkan vergi aflarından birini kollayan kodamanların davranışlarını gayet ahlaki bulmaktadır. 

Tableti ve interneti olmadığı için ders bile göremeyen fukara çocuğunu evinde her türlü donanıma sahip olan ve bir sürü özel ders alan zengin çocuğuyla aynı sınava sokmayı ahlak dahlinde gören sitem buna itiraz edenleri bozgunculukla suçlamaktadır. Kadın bedenini metalaştırmayı, kadını sosyal ve ekonomik olarak bağımlı ve ikinci konumda tutmayı namus ve ahlak gereği olarak gören sistem, itiraz eden kadını her şeyden önce ahlaki düşüklükle damgalamaktadır, sonra da ona şiddet uygulamaktadır. 

“Baş”ların ahlakı tehlikelidir. “Baş”ların ahlakı eşitsizlik üzerine kurulmuş bir sistemi idame ettirmek gibi gizil bir amaca sahiptir. Üstelik bunu yapabilmesi için bu ahlaka ait moral değerleri toplumun geneline sahici ahlak diye yutturmak zorundadır. Böylece toplumun tüm bireyleri bu ahlakın dikte ettiklerini toplumsal yaşamın garantisi olarak kabul edecektir. Kuşkusuz bu türden bir algı sistematik ve yaygın ahlaksızlığın ahlak gibi algılanmasına yol açacaktır. 

“Baş”ların ahlakının genel ahlak olarak kabul edilmesi altta kalanları belirli davranış kodlarına zorunlu kılacaktır. Örneğin ücret artışı istekleri fazlaca haddini bilmez olmayacaktır. Örneğin hizmet sektöründe işçi olarak çalışıyorsanız müşteri velinimettir diyerek her türden kaprisine ve huysuzluğuna katlanacaksınız. Özel üniversitede öğretim üyesi ya da özel okulda öğretmenseniz yine müşteri velinimettir diyerek öğrencinin parasıyla okuduğunun bilincinde olarak davranacaksınız. Örneğin bürokrat iseniz liyakatin değil, sadakatin geçerli olduğunu, sadakat zincirinin saadet zinciri gibi en alttan en üste uzandığını bileceksiniz. Örneğin köylüyseniz ürününüzü üç kuruşa kapatan şirketleri veya tüccarları velinimetimiz diye selamlamayı bileceksiniz. Örneğin oğlunuzu veya kızınızı işe sokmak istiyorsanız siyasetçinin kapısına hiçbir şeyiniz yoksa bile bir kilo lokumla gitmeyi bileceksiniz. Örneğin kiracıysanız mülk sahibinizin insafına kaldığınızı bilerek gönlünü hoş tutmayı iş edineceksiniz. Örneğin geçici işçiyseniz kalıcı kadroya atanabilmek için herkesten fazla çalışıp herkesten fazla yaranmayı becereceksiniz. Örneğin taşeron işçiyseniz iki katmanlı sömürüden zerre kadar rahatsız olmadığınızı gösterecek bir surat ifadesi edineceksiniz. Örneğin işsizseniz iş bulmak için onurunuzdan bir nebze ödün verebilmeyi, aldığınız sosyal yardım kesilmesin diye de iktidar partisi size her ihtiyaç duyduğunda hazır ve nazır olmayı başaracaksınız. Yahu ne zor işmiş ahlaklı olmak. 

Ahlak eşitsizlik üstünde yükselecek bir normlar silsilesi değildir. Hatta pür eşitlik bile ahlakın kaynağı olamaz. Zaten bütün sorun bu eşitsizlik-eşitlik ikilemini aşacak bir toplumu kurmaktır. Hem eşitlik hem de eşitsizlik eninde sonunda bireylerin değerini göreli olarak belirleyen kavramlardır. Diğer bir ifadeyle eşitlik durumunda bile bir bireyin değerini diğer bir bireye göre belirlemek durumunda kalırsınız. Bu durum sahte bir ahlakın ortaya çıkmasını engelleyemez. 

Oysa bu türden bir karşılaştırmanın ve bu karşılaştırmadan türeyen sahte ahlakın yok olması için insanı göreli olarak değer biçen değil, mutlak olarak değerli gören bir sistemi kurgulayabilmeliyiz. İnsan sadece insan olduğu için değerlidir, değerinin bilincine varabilmek için bir başkasıyla kıyaslamak gerekmez. Kıyaslama başladığında sahte ahlak başlar. Sırf bu nedenle Marx kapitalizmin eşitsizliği karşısında eşitlik isteyen reformistlerin aslında burjuvazinin düşünsel ufkunu aşamadıklarını belirtmişti. Önemli olan eşitsizliğe karşı eşitlik kartını öne sürmek değildir; önemli olan eşitlik veya eşitsizlik kavram ve kaygılarını ortadan kaldıran bir toplumsal kurguya ulaşmaktır. Diğer bir ifadeyle derdimiz “ayakları” “baş” yapmak değildir, derdimiz “ayakları” ayak, “başları” baş yapan sistemi ortadan kaldırmaktır. Bunu başardığımızda her bir onurlu insanın kendisini kimseyle kıyaslamadan elinden geldiğince gönüllü katkıda bulunabileceği, ve ortak sofradan, başkalarının ne kadar aldığına bile bakmadan, ihtiyacı kadar alabileceği bir toplum ortaya çıkacak ve sahte ahlak yok olacaktır.