Sosyalizmsiz dünyada Dünya Sağlık Örgütü’nün hali

ABD Başkanı Trump'ın Dünya Sağlık Örgütü'ne aktarılan fonları kestiğini açıklamasının ardından Birleşmiş Milletler ve diğer ülkeler örgüte sahip çıkıyor. Ancak Covid-19 pandemisi kapitalist sistemin tüm yapı ve kurumlarıyla krizde olduğunu bir kez daha gösterdi.

İlker Belek

Trump’ın DSÖ’ye finansal katkıyı sonlandıracağı açıklaması olay yarattı. 

Trump saldırıyor diye bu kurumu masum sanmayın, sosyalizmsiz dünyada hiçbir kurum temiz değil ve kapitalist sistem tüm yapılarıyla krizde. Hegemonya krizi yönetememe krizine yol açıyor.

DSÖ ne zaman kuruldu?

DSÖ İkinci Dünya Savaşı sonrasında kuruldu. 1945’de toplanan Birleşmiş Milletler Konferansı bütün halkların sağlığını koruyacak uluslararası bir sağlık örgütünün kurulmasını kabul etti.

DSÖ Anayasası ise 1946 yılında 61 ülkenin temsilcileri tarafından imzalandı. Anayasa yürürlüğe girinceye kadar iki yıllık süreyle bir ara komisyon belirlendi. Komisyonun başkanlığını Yugoslav Prof. Dr. Andrija Stampar yürüttü. O dönemlerde sosyalizmin global sağlık politikaları üzerindeki etkisi büyüktü.

DSÖ’nün finansmanı nasıl sağlanıyor?

DSÖ bütçesi 194 üye ülke ile gönüllü kuruluşların katkılarıyla oluşturulur. Üye devletlerin yıllık zorunlu aidatı, nüfusları ve gelirleri dikkate alınarak belirlenir. 

DSÖ bütçesinin %14’ünü ABD fonlar. Yıllık bütçe 3 milyar Dolar, buna ABD’nin toplam katkısı da 400 milyon Dolar kadardır. Bunun yaklaşık 120 milyon Dolar’ı ABD devletinin zorunlu aidatıdır, buna ek olarak ABD her yıl 300 milyon Dolar kadar gönüllü katkı yapar.

ABD’den sonra DSÖ’ne en çok katkıyı yapan ülke İngiltere’dir İngiltere yıllık 22 milyon Dolar aidat öder, 200 milyon Dolar olarak da gönüllü katkıda bulunur.

DSÖ’nün en önemli finansörlerinden birisi de Bill ve Melinda Gates Vakfı’dır. Vakıf örgüt bütçesinin %10’unu finanse eder. 

Uluslararası Rotary Kulübü de DSÖ’nün finansörlerindendir.

Türkiye’nin finansmandaki payı yıllık %0,08, yani 6,5 milyon Dolar; Çin’inki de 40 milyon Dolar düzeyindedir.

Trump DSÖ’ye neden kızdı ve esas amacı ne?

Trump geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada DSÖ’ne ateş püskürdü ve yaptığı katkıları sonlandıracağını belirterek resti de çekti.

DSÖ’nü, salgının Çin’de ortaya çıkışını ve yayılımını soruşturmamakla, dünyayı geç uyarmakla, Çin yanlısı tutum takınmakla, salgında gerekli önlemleri almamakla, salgının dünyaya yayılmasında sorumluluğu bulunmakla suçladı.

Ama hatırlayalım: Aynı Trump hastalık ülkesinin içine girmişken, havalar ısınınca geçer, gripten farkı yok gibi garip açıklamalar yapıyor ve hiçbir önlem almadan işine devam etmekle övünüyordu. Üstelik Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi’nin bütün uyarılarına rağmen.

Dolayısıyla ABD’de salgının yayılımımın baş sorumlusu kendisi iken, ülkesinde ortaya çıkan tablonun sorumluluğunu DSÖ’ne atmaya çalışması, kendi politik tarzı dikkate alındığında son derece normal. 

DSÖ politikaları nasıl değişti?

Bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olarak DSÖ dünyadaki politik dengelerden fazlasıyla etkilenir. Yukarıda söylediğimiz gibi kuruluşunda sosyalizmin etkileri vardı. Sosyalist bir ülkenin halk sağlığı profesörü yürütücü komisyona başkanlık yapmıştı.

Ama yalnızca bu kadar değil: 1970’lerde dünyaya yol gösteren temel sağlık hizmetleri felsefe ve politikası DSÖ ve üye ülkeler tarafından Sovyetler Birliği’nin etkisiyle kabul edilmişti.

Sosyalizmin yıkılmasından sonra her şey değişti. DSÖ hızla ABD’nin etkisine girdi ve kapitalist sağlık politikalarına yöneldi. Örneğin DSÖ danışmanı Murray başkanlığında 2000 yılında hazırlanan Sağlık Sistemleri Performans Geliştirme başlıklı rapor aleni olarak neoliberal politikaları gündeme getirdi. Raporun sorumlularından bir diğeri olan Frenk, Kolombiya hükümetine paralı danışmanlık yapıyordu. Bu ikisi Küba sağlık sistemini yerden yere vuruyorlardı. Frenk DSÖ’deki görevinden ayrıldıktan sonra Meksika’daki sağcı hükümete sağlık bakanı oldu. Hükümet ise o sırada IMF önerisiyle sağlık harcamalarının kısılmasıyla meşguldü.

Öte yandan, DSÖ’nün en önemli çalışma alanlarından birisi sağlıktaki eşitsizlikler konusudur. Burada da kesinlikle suya sabuna dokunmayan bir tarz tutturur.

DSÖ başkanı Tedros Adhanom’un sicili

DSÖ’nün şimdiki başkanı Tedros Adhanom 2017’de seçildi. Öncesinde Etiyopya’nın sağlık bakanıydı. Aynı zamanda AIDS, verem ve sıtma mücadelesinde her yıl 4 milyar Dolar kaynak kullanan Global Fund’ın da başkanıydı. İngiltere’de enfeksiyon hastalıkları alanında yüksek lisans, toplum hekimliği alanında da doktora yapmıştı.

Seçimlerde karşısında batılı ülkelerin çoğunluğunun desteğini almış olan İngiliz aday Nabarro vardı ve O’nu yenilgiye uğratması o gün dünyanın ezilmişlerinin zaferi olarak kutlanmıştı. Afrika ilk kez DSÖ başkanlığına oturuyordu. Adhanom’un özgeçmişinde sağlık bakanlığı döneminde Etiyopya kırsalında binlerce sağlık merkezini hizmete sokmak yazıyordu.

Öte yandan, O’nu yine sağlık bakanlığı döneminde yaşanmış üç önemli kolera salgınını gizlemekle, insan hakları ihlalleriyle gündeme oturmuş olan iktidarın bir parçası olmakla suçlayanlar da vardı ve bunlar Adhanom’un DSÖ başkanlığına aday olmasının bütün bu pislikleri gizlemek amaçlı olduğunu ileri sürüyorlardı.

Biz ise 25 Mayıs 2017 tarihli soL yazımızda şöyle demiştik: “Sovyetler Birliği’nin olmadığı dünyada kapitalizmin her şeyi gibi DSÖ de kirli. Yeni başkanın yapacaklarını izleyeceğiz.”

Tedros Adhanom başkanlığındaki DSÖ’nün covid-19 pandemisindeki performansı

Trump kendisini kurtarmak için DSÖ’yü suçluyor ama, bu salgının başından beri yazdığımız gibi, sürecin yönetiminde DSÖ’nün büyük hataları bulunuyor.

Örneğin: 1- Batı Pasifik bölgesi dışındaki ilk vaka 7 Şubat’ta Almanya’da görülmüş olmasına rağmen DSÖ ancak 11 Mart’ta pandemi ilanında bulundu. 2- Şüpheli vakalardan numune alma kriterlerini çok kısıtlayıcı belirleyerek vakaların saptanmasını ileri derecede güçleştirdi. 3- Yaygın maske kullanmayı ancak salgının çok ileri aşamasında önerebildi. Oysa Çin’de hastalığın yayılım hızı netleştiği andan itibaren bu üç konuda da daha katı önerilerde bulunması gerekirdi.

DSÖ’nün bu bilim dışı gevşek tutumu, piyasaları ürkütmemek ve borsaların çöküşünden sorumlu tutulmamak amaçlıydı. Nitekim önceki influenza salgınında erken pandemi ilanında bulunarak gereksiz paniğe yol açmakla suçlanmıştı.

Bir kez daha anlaşıldı ki, kapitalizmde piyasa tanrılarından korkmak, onların gazabından kurtulmaya yetmiyor.