İnsan emektir, emekçidir…*

1 Mayıs, insanlığın kutladığı tek evrensel bayramdır… 

Avukat Sedat VURAL

Ansiklopedik tanıma göre İnsan; konuşabilen, dik duruşlu, büyük beyinli, kavrayıcı elli primad’dır. İnsanın bu günkü biyolojik ve kültürel biçimi binlerce yıl geçmişe dayalı insanlık evriminin sonucudur.  Bizi bu günlere getiren, bu insanlık evrimidir. Yani kökümüz ve kökenimiz insanlıktır… Tarihimiz insanlığın doğuşudur…

İnsanlık evriminin dinamosu ise insanın kafa ve kol emekçi bir varlık olmasıdır. İnsan bu niteliklerini toplumsallık içerisinde kullanarak, kullandığı ölçüde yetkinleştirerek doğa ile mücadelesinde başarılı olmuştur. Bu emekçi kimliği ile de toplumsal dönüşümlere damgasını vurarak günümüze kadar taşınan uygarlıkların oluşmasını sağlamıştır. Bu nedenle tüm uygarlıkların temelinde, kafa ve kol emeği vardır; yani emekçi kimlikli insan vardır. 

İnsanın biyolojik olarak nasıl bir evrim sonucu insanlaştığı, ünlü İngiliz bilgini Darwin’in “Evrim Teorisi” ile ortaya konulmuştur. Fakat insanın insan olması, hayvanlar aleminden ayrılması, yalnızca biyolojik evrim sonucunda olmamıştır; insanın kendi eliyle yaptığı iş aletlerinin yardımıyla gösterdiği toplumsal çalışma yolu ile olmuştur. Aletler yapıp, yaratarak, kendini yapmış ve yaratmıştır insan… Bu nedenle Benjamin Franklin, “araç yapan hayvan” olarak tanımlamıştır insanı… 

İnsanın doğa ile mücadele evrimi sonucu bulduğu bu aletler doğuştan bir içgüdü ile yapılmamıştır. Bunları, deneylerle, deneyip yanılmayı öğrenmiştir insan. İnsanın bu mücadele ve deneyleri, düşünme yeteneğinin düzenli gelişmesine neden olmuştur. 

Doğa ile mücadeleye yönelmiş ortak çalışma ise düşünce ve bilincin yetkinleşmesine ve gelişmesine katkıda bulunuyordu. Bu nedenle düşüncenin yetkinleşmesi ve gelişmesi de, çalışmanın ve bu çalışma için harcanan emeğin sonucudur… Bu işi bilinçli yapmak, bilinçli biri olmak, çalışma sırasında, çalışma yolu ile gelişmiştir… Çalışma ise her zaman toplumsal bir olgu olmuştur. Tek başına bir insanın çabaları tüm topluluk yaşamının ayrılmaz bir parçasını oluşturmuştur. Çünkü topluluk üyelerinin çalışma için bir araya gelmesi, insanın düşüncesinde ve bilincinde, kendisini toplulukla aynı ve bir tutmaya, topluluğun gereksinmelerine boyun eğmeye ve kendisini yalnızca topluluğun bir üyesi saymaya götürüyordu. 

Emek ile sağladığı bu çalışma toplumsallığı sayesinde insan, köken olarak kendini aşmak, tüm insan olmak istiyordu… Günümüzde de yüceltilen yalnız ve kendine yabancı birey olarak değil, toplumun bir parçası olarak, elbirliği içerisinde, daha anlamlı bir dünya yaratmak için çabalıyordu… 

Doğanın kölesi olarak ve onun verdikleri ile yetinen değil, sorgulayarak, çalışarak, çabalayarak, doğayı yöneltmeyi, sınırlı benliğini toplu yaşayışla birleştirmeyi, bireyselliğini toplumsallaştırmayı gerçekleştirmek istiyordu. 

Emeğin sömürüsü ile oluşan sınıf ayrımcılığına geçişle birlikte yıkılan ortak çalışmaya dayalı toplumsallığı idi… İnsan birliğini yitirmişti… Gerçi daha üretken toplum biçimlerine yönelmişti ama; sömürü ve sınıflar ayrılığı yüzünden, toplumsallığını yitirdiğinden yalnız doğaya değil, kendi kendine de yabancılaşmıştı insan… Çünkü sınıf ayrımcılığı ve sömürüye dayalı sistemler, insan ilişkilerinin bölünmesini sağlıyordu; bir avuç efendinin, feodal beyin kapitalistin zenginliğinin artması, bu zenginliği yaratan büyük bir emekçi kitlesinin yoksulluğunun artması ile sonuçlanıyordu… 

Doğa ile mücadele, insanlar arası mücadeleye dönüşmüştü… 

Bunun sonucunda doğaya köle olmaya emeği ile başkaldıran, bu başkaldırı ile insanlığını bulan insan, bir başka insanın kölesi olmuş, toplumsal olan kafa ve kol emeği bir avuç egemen sınıfın çıkarına yöneltilmiştir… 

İşte insanlık tarihi, bir tarafta yitirilen insani birliğin yani emeğin yarattığı ortak çalışma toplumsallığı içerisinde sömürü ve ayrımcılığın olmadığı, insanca yaşanılacak bir düzeni savunan kafa ve kol emekçisi insanlar ile sömürü ve ayrışmayı kendi çıkarları için kullanan egemenler arasındaki mücadele ile geçmiştir…

O halde insanlık tarihi doğal koşulları içerisinde oluşmuş bir tarih değildir; insanın doğa ile mücadelesi başta olmak üzere, egemenlerin sömürü, baskı ve zulmüne karşın, aklın, özgürlüğün, eşitliğin kazanıldığı ve bilimin, teknolojinin, kültürün yaratıldığı bir tarihtir… Ama yaratanı emekçi insandır; düşünsel ve maddi üretimi sağlayan toplumsal dönüşümleri gerçekleştiren, çağ açıp, çağ kapatan onun kafa ve kol emeğidir… 

Üretim biçimlerine adını veren, günümüzde yüceltilen sermayeyi, insanlık dışı bir zulüm ve sömürü anlayışı ile plantasyonlarda, manifaktürlerde, fabrikalarda, tarlalarda yaratan, sevgi ve kardeşlik gibi insani, özgürlük ve laiklik gibi evrensel değerlerin oluşmasını sağlayan, Rönesans, Reform,  Aydınlanma ve Sosyalizmi yaratan kimliktir; emekçi insan kimliği…

Günümüz yeni dünya düzeni ise insanlık tarihini yazan bu insan kimliğine karşı saldırıya geçti; bizdeki uygulayıcıları da emeğe ve emekçiye karşı… Bilinmelidir ki insanın öz kimliğine karşı olan bu dünya düzeni insani; emeğe ve emekçiye karşı olan birey ve çakırcılar da insan değildir…